Ciddi komünist Müslüman olur ÖZEL
Dedeman Otel’in terasında hafif bir rüzgarla çayımızı yudumlarken, biraz sonra yapacağımız röportaja hazırlanıyoruz. İftar sonrası saat de hayli ilerlemiş. Röportajın ne kadar süreceği konusunda fikrimiz yok ama keyifli bir röportaj olacağı kesin. Yeşil takkesi, turuncu saati ve sıra dışı tavrıyla konuğumuz geliyor. Marksizm, kapitalizm, İslam, Kuran, din, Müslüman, mezhepler derken konuştukça yeni konular açılıyor. Münib Engin Noyan tüm birikimini aktarırken cömert. Bize de keyifle dinlemek düşüyor.
Münib Engin Noyan.1953 yılında İstanbul’da doğmuş. İstanbul Alman Lisesi’nde eğitim görüp Özel Tarhan Koleji’nden mezun olmuş. Viyana Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne bağlı Tiyatro Bilimi Enstitüsü’ne devam etmiş. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Tiyatro Bilimi Kürsüsü’nden diploma almış. Yönetmenlik, reklam metni yazarlığı, program sunuculuğu, müzisyenlik ve yazarlık; Münib Engin Noyan’ın renkli, hareketli yaşamının uğraşları arasında yer almış. Kendi ifadesiyle İslam’la şereflenmiş, masanın diğer tarafına geçmiş.
Bir uçtan diğer uca geçiş süreci nasıl oldu? Durup dururken gelen bir ilhamla mı karar verdiniz?
Aslında rüyamda bir anda yeşil sarıklı, uzun sakallı, yeşil cüppeli falan bir kişi görmedim. Süreç çok basit işledi. Tüm medeni insanların hayatlarında değer yargılarına ihtiyaçları var. Bir şeyin doğruluğuna, yanlışlığına karar verebilmek için elinizde bir ölçü olması lazım. Ben de yetiştiğim ortam, aldığım eğitim itibariyle bu değer yargılarımı Marksist ideoloji çerçevesinde kurmaya karar verdim ve çok memnundum. Her şey gayet de iyi gidiyordu. Birden bire sistem çöktü. Dımdızlak ortada kaldık. “Eşek çamura bir kere yatar. “Ben bir daha çamura yatmak istemiyordum. Dünyanın her yerinde her zaman, her şart altında geçerli olan ölçüsünü aramaya başladım.
Marksizm’i de başka ideolojik anlayışları araştırarak mı tercih etmiştiniz?
Marksizmi benimseyene kadar okuduğum literatür içinde çeşitli ideolojileri, felsefi akımları falan biliyordum. Ama geriye bir tek din olgusu kalmıştı. Bizim de dine bakışımız belliydi. Halkın afyonu yani, başka bir şey de değil. Bakış açımız böyleydi. Şu afyona bir de biz bakalım dedik. Allah’a şükür. Allah’ın lütfu diye düşünüyorum ben bunu.
Dini araştırmaya başlarken destek aldığınız kişiler oldu mu?
Kimseye sormadım. Literatürü kronolojik bir sıraya koydum. Başladım okumaya. Aklınıza ne geliyorsa. Kendini din olarak tarif eden her şeyi okumaya başladım. Ondan sonra da kronolojik sıralamada en son mübarek Kuran geldi. Fakat ben o zamana kadar o kadar bıkmışım ki. Sıkılmışım. Dişe dokunur bir şey yok ortada. Birbirinin tekrarı, bir takım abuk sabuk şeyler.
Orada bırakmak yerine Kuran’la devam etmeniz de önemli olsa gerek?
Mübarek Kuran konusunda da açıkçası şöyle bir yaklaşımım vardı. Mübarek Kuran’ı da okuyum, reddedeyim ve bu konu tamamen kapansın artık. Bitsin. Bir daha da kimse bana dinden imandan bahsetmesin. Buradan da bir şey çıkmayacaksa, ki bu güne kadar bir şey çıkmadı, bundan sonra da çıkacak pek fazla bir şey yok. En iyisi ben bütün itirazlarımı gerçekleştireyim, dibine kadar red edeyim. Kaldırayım rafa. Konu kapanmıştır. O niyetle devam ettim.
Kuranı okumadan bıraksaydınız Ateizme doğru bir yöneliş söz konusu muydu?
Ateizme doğru büyük bir ihtimalle. Ateist değil belki. Deist, belki agnostik bir adam olurdum. Çünkü Allah’ın varlığını ve etkinliğini inkar etmek öyle basit bir şey değil. Bir kudret vardır. Bir güç vardır der geçersiniz ve iş orada da biter.
Kuranı Kerim’den önce okuduklarınızı zaman kaybı olarak düşündünüz mü?
Hayır hayır. Tam tersi. Çok büyük faydasını görüyorum okuduklarımın. Hatta mübarek Kuran konusunda bilgisi kökleşmiş, sağlamlaşmış herkese de mutlaka o insan eliyle tahrif edilmiş vahiyleri okumalarını hararetle tavsiye ediyorum.
Bir arada okumak mı daha mantıklı
İlk cümle mübarek Kuranı bileceksiniz. O zaman tahrifatın nerede yapıldığını, nasıl yapıldığını ve neden yapıldığını görüyorsunuz. Neden yapılmış? Menfaat. Adam işine gelmeyen yerde Hakkı almış bükmüş, kavramı değiştirmiş. Etrafından dolanmış. Uyduruk uyduruk. Görüyorsunuz hep belli güçlerin sınıfların, kurum ve kuruluşların iktidarını, gücünü pekiştirmek adına sürekli o tarafa yontulmuş. Halk var. Bir de güç. Güç nereden alınacak. Eğer insanın kafasının en karışık olduğu konu dinse, güç oradan alınmaya kalkılırsa meşrutiyet daha da pekişir.
Reddetmek üzere okuduğunuz Kuran’da sizi etkileyen ne oldu?
Kuranı red etmek üzere okumaya başladım evet. Şimdi şunu görüyorum ki, herkese de onu söylüyorum. İki temel mesele vardır. Samimiyetiniz ve ciddiyetiniz. Yani bu mübarek Kuran’da hakikaten dişe dokunur bir şey varsa, herhangi, sıradan bir kitap değilse ona uyacaksın. Değer yargıları arıyorsun sen. Bunu yaparken yüzeysel bir yaklaşım içinde değil ciddiyetle hareket edeceksin. Ben Kuran’da Bakara suresinin 6. Ayetine geldim. Duvara fırlatıp attım. Dalga mı geçiyorsun, böyle şey mi olur. Nasıl bir ifade bu diye. Orada bırakabilirdim. Ama sonuna kadar okuyup sonuna kadar red edeceğim dedim ciddiyetle. Bu okuyuşla yavaş yavaş ki en büyük mucizelerinden biri budur. Eğer akıl ve vicdan sahibi bir insansanız yeterince samimi ve ciddiyseniz Kuran yavaş yavaş sizi fethetmeye başlar. Getirdiğiniz bütün karşı argümantasyonu muhteşem bir sistematik içinde adım adım hiç üstünüze gelmeden çökertir. Bu kişiden kişiye değişir tabi. Siz belli bir noktaya geldiğinizde dingg diye tetik düşer. Herkese bunu yapar. Benim tetik de Vel asr suresinde düştü. Hemen arkasından gelen Ettekasür suresi noktayı koydu.
Kuran’ı Arapçayı öğrenerek mi okudunuz.
Hayır Türkçe meal okudum. Sırf kuranı anlamak için, yani hayatımdan çıkarmaya hazırlandığım (haşa) bir kitap için Arapça’yla mı zaman kaybedeceğim. Adam gibi bir tercümesini bulurum okurum dedim.
Kuran’ın sizi fethettiğini anladığınızda ne hissettiniz?
Orada baktım tamamdır iş. Bu öyle böyle bir şey değil. Ciddi bir mesele. Bu bir ideoloji değil, dünya görüşü değil. Bir felsefe değil. Bu o zamanlar adını henüz koyamadığım, varlığını hissettiğim o kudret, o güç. O neyse artık bu öyle bir şey. Ondan sonra ben dedim stop. Bu ne diyorsa onu yap. Çünkü Kuran’ı okuyup anlamak, ondan sonra onu hayata dönüştürmemek, ona tabi olmamak. Onun adı entelektüel ahlaksızlıktır. Allah’ım ne güzel yazmışsın. Çok da güzel olmuş yani mi diyeceksin. Buna uyacaksın. Raconu neyse yerine getireceksin.
Bunu uygularken alışkanlıklarınızla, yaşam tarzınızla ilgili en zorlayan ne oldu?
En çok öfkede zorlandım. Öfke. Ben çok öfkeli bir adamım. Hala da bu celalli yapım devam eder. Ama artık mübarek kuranın kontrolünde devam ediyor. Yani onun izin verdiği kadar celallenebiliyorum. Onun dışında babam şöyle bir ilke ile yetiştirdi bizi. Eğer senin üç gömleğe ihtiyacın varsa ve dolabında 4 gömlek varsa, bu dördüncüyü birinin sırtından çalmışsındır. Kendini hiçbir şekilde bir başkasından üstün görmeyeceksin. Böyle yetiştik. Babam dini anlamda bir inancı hiç olmadığı halde benim diyen Müslümandan daha Müslümanca bir hayat sürüyor. Sadece itikat diye bir şey yok. Burada hayatınızın paradigmasını değiştirmek zorunda kalıyorsunuz. Yani temel değer yargılarınızı kökten değiştireceksiniz. Radikal İslam falan diyorlar ya olmaz öyle bir şey. İslam bizatihi radikaldir zaten. Sizin bütün dünya algınız, değer yargılarınız hayata bakışınız, hedefler, ilişkiniz. Antikapitalist Müslüman. Böyle bir şey yok. Müslümansa zaten antikapitalisttir. Ciddi anlamda komünizmi, Marksizm’i benimsemiş ve hayatını bu şekilde yönlendirmiş bir insanın vallahi varacağı son nokta vardır; Müslüman olmak. Gideceği başka hiçbir yer yoktur. Eğer ciddi komünistse Müslüman olur.
Ülkemizde Müslümanların yaşam biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oruç aslında hepimizi eşitliyor. Zenginin tuttuğu oruçla fakirin tuttuğu oruç farklı filan değil. Entellektüelin tuttuğu oruçla, okuma yazma bilmeyenin tuttuğu oruç da farklı değil. Mesele iftarı nasıl yaptığında çıkıyor. Allah diyor ki oruçta ben seni eşitliyorum. Devamını sen getireceksin. Madem ki oruçta bir eşitlik yaşanıyor, o zaman iftarda da mümkün olduğu kadar bu eşitliği sağlamalıyız. O zaman imkanları geniş olan kişi bolca iftar edebiliyorsa onu azaltacak, diğerininkini çoğaltacak. Hayatın her alanında böyle. Benim Firavun sistemi dediğim kapitalist üretimin, toplum ilişkilerinin kucağına, pençesine düşmeyecek bir tek toplum vardı dünyada. Müslümanlar. Onlara bu sökmezdi. Fakat bizimkiler de bunun içine oturdular. Anlaşılabilir, gözlemlenebilir sebepleri var. Mesela, bu memlekette Müslümanlar Türkiye özelinde çok uzun bir süre hor görüldü, aşağılandı. Hakaretlere uğradı. Hatta siyasi takibata uğradı. Kuranı içine sindirmemiş olan insan haklı olarak sende var bende de var diyor. “Allah sana bahşettiği nimeti üzerinde görmek ister” diyor. Bahşettiği nimet otomobil mi, bina mı. Allah’ın sana imandan daha büyük bir nimeti var mı? Senin üzerinde imanı görmek ister arabanı değil. Sonradan İslam’la şereflenen insanların genel anlamda avantajı bu. Biz cahiliyeyi tanıyoruz. Oranın arka sokaklarını, tuzaklarını, çirkinliklerini biliyoruz. İhtiyaç belirlenirken bunu bir statü göstergesi olarak kullanmayacaksın. Ben hayatımın yarısından fazlasını masanın öbür tarafında geçirdim. Onların ne diyeceğini biliyorum. “Welcome to the club.” Bizim klübe hoş geldin. Sen de lüks vergisi ödeyeceksin. Sen de benim gibi yedek parça bulmakta zorlanacaksın. Bir ailenin geçim masrafı kadar benzin alacaksın. Senle aramızda ortak nokta var. Mesele zaten bu.
Bildiğinizi öğretme isteği yaşıyor musunuz?
Bir çılgınlık doğuyor insanda. Bu çok normaldir. Müslüman olur olmaz istiyorsunuz ki herkes olsun. Fakat Allah söylüyor. Delirmenize gerek yok. Siz adam gibi Müslüman olun. Eğer sizin Müslümanca tavrınız kurana ve sünnete karşı tutarlıysa karşınızdaki insan etkilenecektir bundan zaten.
En büyük tepkiyi kimden nasıl aldınız?
İlk tepki, şöyle oluyor. Biraz da böyle çalgıcı, artist falansanız, bunlar zaten hercai ruhludur deniyor. Bir akımla öyle gelir geçer. Bakıyorlar ki gelip geçmiyor. Bunda bir psikolojik bozukluk mu var, kafayı mı sıyırdı. Bir bakıyorsunuz akşam yemeğine psikiyatrist arkadaşlar falan geliyor. Çirkin çirkin şeyler. Yakın çevreden. Bakıyorlar sağlık yerinde. Bu sefer sizin geri dönüş yapmanızı istiyorlar. Sosyal, psikolojik ve ekonomik ablukaya alıyorlar. Sonradan Müslüman olan insanlar aslında hayatları bu temel paradigmayı değiştirmenin dışında aynen devam ediyorlar. Ben ömrüm boyunca Jazz dinlemişim, Bach dinlemişim, Beethoven dinlemişim. Bunlar benim en sevdiğim bestekarlar. Ben şimdi Müslüman oldum diye Sordum Sarı Çiçeğe filan dinleyecek halim yok. Bu olmaz zaten. Dinlemem de. Niye dinleyim ki, bana zevk vermiyorsa eğer. Benim için bir anlam, değer ifade etmiyorsa. Gitar da çalıyorum, film de seyrediyorum, denize de giriyorum. Fakat bunları Allah’ın koyduğu ölçüler içinde yapıyorum.
Son olarak İslamı araştırmaya önce Kur'an’dan başlamayı mı tavsiye ediyorsunuz?
Evet herkese tavsiyem o. Şimdi tüm yapılar gibi din de bir üst yapı kurumu haline gelmiştir. Üst yapılar beraberlerinde bir kültür getirirler. Türkiye’de yaşanan İslam’ın ben bir kültür İslam’ı olduğu kanaatindeyim. Yani beraberinde Allah’ın dininde hemen hemen hiç olmayan, olmaması gereken ve Allah’ın kesin ifadelerle ret ettiği birçok şey karışmıştır içine. Ben doğrudan doğruya mübarek Kuranı okuyarak geldiğim için yeni kardeşlerimin arasına katıldığımda bunu niye yapıyor diye hayretler içinde kalıyordum. Kuran’ın sizi fethetmesini bekleyin ve görün. (Çiğdem Kurut-Zeliha Bozdemir)
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.