Edebiyat Dergilerimize Eleştirel Bakışlar (Mart 2024)
Cemil Meriç’imiz ‘Bu Ülke’sinden seslenir dergi dostlarına; “Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür.”
Günümüzde, dergiler üzerine uzun süre önce yazmaya başlayan Mustafa Uçurum adeta tek başına bir komisyon(!) gibi çalışırken, halkaya Yeni Şafak Pazar ekindeki ‘Dergilik’ köşesiyle Hakkı Yanık katıldı.
Hemen her dergide çeşitli türlerde metinler yayınlarken, şehrinde STK yöneticiliği ve mesleği icabı işler dışında pek çok uğraşısı olan bir öğretmen yazar; okumaya ve bunca yazıya nasıl vakit ayırıyor, acaba kendisine gelen dergileri mi yazıyor, yoksa para verip kendi de alıyor mu diye aklımda deli ve beyhude sorular uçuşurken Ot’un mart sayısındaki Selçuk Altun’un 5873. maddesine denk geldim. Altun’a bir gazetede yayınlanan (gazetenin adını anmaktan imtina ediyorum, idealimdeki ‘gazete’ kelimesiyle yan yana anmamak için) kısa not aktarılır ve Altun da okurlarıyla paylaşır; “Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İşletme Bölümü akademisyeni Prof. Dr. Recai Coşkun akademide nitelik düşüklüğüne dikkat çekmek için ‘Bilgelik Olarak Dijital İşletmecilik’ adlı bir makale yazar. Hurafe Yayınları, Remziye Kitabevi gibi uydurma kaynakçalar ve kesitler (Küçük Emrah’ın acıları, Teoman’ın Paramparça melodisi, Marks hemeroitten oturamıyor vs.) ekleyerek bir hakemli dergiye 500 TL ödeyerek yollar ve yazıyı bilimsel bulan dergi 01.01.2023 tarihinde yayınlar.”
İşin özü şu ki; Dergileri ciddi anlamda dert edinen ve istifade etmeye çalışan, dergiler hakkındaki tanıtım, aktarım ve irdeleme çalışmalarını yetersiz ve tek yönlü bulan biri olarak dergiler ağırlıklı ama gidişata göre geniş bir yayın yelpazesi içinde eleştirel okumalar yapacağım ve bunlar Türk Edebiyatı dergisinde yayınlanacak. Bu kadim ve de nitelikli dergimizin mart sayısında ‘Eleştiri Notları’ başlığıyla yayınlanan ve aynı başlık altında her ay sürecek bu seri yazılarımla nitelikli eserlerin ıskalanmaması, fazla abartılmış eserlerin hak ettiği yere oturtulması, şu an yapılan çalışmalardaki gibi ya da Doğan Hızlan’ın köşesinde her daim yaptığı gibi kuru duyuru ve bire bir kes-yapıştır tarzının dışında bir yol takip etme niyetindeyim nacizane.
Her türlü katkı/önerilerinizi beklediğimi, düşüncelerinize çok ama çok önem verdiğimi hassaten vurgulamak isterim.
Bu uzunca takdimin ardından, şiarımız; ‘Dergiyi Yaşat ki Edebiyat Yaşasın’ cümlesini de hatırlattıktan sonra sizi ‘Eleştiri Notları’mın ilkiyle baş başa bırakıyorum…
ELEŞTİRİ NOTLARI
Edebiyat kamuoyunun Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir ve Nâzım Hikmet’e olan ilgisi artarak devam ediyor. Başta Sözcükler, Kitap-lık ve Sabitfikir; dergilerimiz yeni yıla bu mühim kalemlere geniş yerler ayırarak girdiler, hatta Birikim dergisi aralık sayısının tamamını Kemal Tahir’e ayırdı: “Kemal Tahir’in sağı-solu” Böylesine hacimli bir dosyada konunun en mühim muhataplarından Kurtuluş Kayalı’nın unutulmuş olması(!) garip. Son olarak Türk Edebiyatı dergimiz bu iki güzide şahsiyeti kapağına taşıdı.
Memet Fuat’ın paltosundan çıkan Turgay Fişekçi’nin yönettiği Sözcükler dergisindeki iddialı ve hatta haddi aşan mukayeseler, rahatsız edici bozuk Türkçe, ideolojik saplantı dozajının hayli yüksekliği ciddi anlamda rahatsızlık yarattı bende. Oğuz Demiralp’ın Tanpınar ve Bilge Karasu’yu karşılaştırdığı, Sözcükler’in Ocak-Şubat 2024 tarihli 107. sayısında yayınlanan “Tanpınar, Karasu, Cumhuriyet” başlıklı yazısı daha çok Karasu’yu lüzumsuz ve yanlış yollarla gündeme getirme çabası hüviyetindeydi. Karasu’nun Türkçenin en iyi yazarı olarak sunulması, edebi bir değerlendirmeden ziyade ideolojik bir tavır gibi duruyor. Aynı yazıda Karasu’nun yetmişli yıllarda eski yazıyı iyiden iyiye söktüğü ve Halid Ziya gibi yazarları okumaya başladığından bahsediliyor. Şunu unutmamak gerekir; anılan tarihlerde eski yazıyı bilmek Türk münevveri için bir lüks değil, âdeta zorunluluktu(r). Peyami Safa, Tanpınar ve daha birçok edibimiz ömürleri boyunca eski yazıdan vazgeçmediler. Karasu hakkında olumsuz bir yargıda bulunmak istemem fakat Tanpınar’la kıyaslanması en hafif tabirle komik olmuş.
Sözcükler’in geneline de nüfuz eden, uydurma kelimelerle örülmüş dile örnek olabilecek “yapıntı, özyaşamöyküsel, yazınsal baba” gibi kelime ve tamlamalar yanında ideolojik körlüğü, yaşadığı topluma ve değerlere uzaklığı mimleyen ifadeler ziyadesiyle üzücü, düşündürücü: “Efkârlı olmayacaksın bu ülkede. Düşünen adam yontusunun akıl hastanesinin bahçesine yakıştırıldığı tek ülkedir.” (s.16), “Ahmet Hamdi Tanpınar ile Bilge Karasu. Birincisi bir kadı oğlu, ikincisi bir Rum-Yahudi çiftçinin oğlu.” (s.23)
Azınlıklara karşı yaklaşımın şekli şemali, kendi topraklarına yahut kan bağı olan topluluklara gösterilmeyen yakınlığın, şefkat ve müsamahanın misalleriyle dolu. Livera’dan yeni çıkan Anlatı Üzerine-1’de, dilci Feyza Hepçilingirler’in yeni romanında, dergilerindeki çeşitli inceleme ve kurgu metinlerinde âdeta okurun gözüne sokuluyor bu ayrımcılık. Güncelliğini koruyan Filistin, Yemen, Suriye mi, ne siz sorun ne ben söyleyeyim!
Sol kesimin sahip çıktığı/çıkacakları isimler ve eserlerle alakalı yaklaşımları, bakış açıları da sıkıntılı. Kitap-lık dergisinde Kemal Özer’in günlüklerinden seçmelerde Tanpınar’a yaklaşımları, bu büyük yazarın edebî değerini kavramaya çalışmaktan ziyade kendi ideolojilerine uymayan çevrelerle kör dövüşüne girmeleri edebî esere ve edebiyatçıya yaklaşımlarındaki kıstasları faş ediyor. (Kitap-lık dergisi, Ocak-Şubat 2024, sayı:231, s. 109-123).
Bahsettiğim bu ve benzeri isimlere göre daha dikkate alınası yorumları, Huzur’u “Türkçede yazılmış en iyi romanımız.” olarak nitelendiren Fethi Naci’ye, Melih Cevdet Anday’ın yazdığı mektuplarda buluyoruz: “Darılma ama biraz Türk edebiyatı okumaktan vazgeçsen iyi olur gibi geliyor bana.” diye yazdıktan sonra romanımıza dair; “Sahi, bizde romanı neden işkence hâline getirdiler? Ciddiyet esprisi berbat etti romanı. Herkes bir şeyler öğretmek, memleketi kurtarmak sevdasında.” , “Avrupa’da Türk romanını okuyorlarsa, hani Eskimoları merak eder gibi okuyorlar. Mesela benim Fransızca öğretmenim Makal’ın kitabını okumuş. Anadolu köylüsünün yoksulluğuna neredeyse ağlayacaktı.” gibi cümleler bu cenahın psikolojisini ve yaşadıkları toplumun değerleriyle irtibat derecelerini ortaya koymaya kâfi (‘Melih Anday’dan Fethi Naci’ye Mektuplar’, Sözcükler, Ocak-Şubat 2024, sayı:107, s. 12-14)
Neyse ki Sabitfikir’de rahmetli Kaplan hocanın ve Tanpınar’ın rahle-i tedrisatından geçen İnci Enginün’ün dört sayfalık yazısı okurun imdadına yetişiyor ve nefes aldırıyor. Tanpınar’ın daima keşfe hazır bir yazar olduğunu ortaya koyan ve okuru bu hususta ikna eden bilgilerle örülü yazı, Tanpınar’ı doğru tanımak ve anlamak isteyenler için bir yol haritası niteliği taşıyor (Keşfe Daima Hazır Yazar: Tanpınar, Sabitfikir, Ocak 2024, s.33) Yine Sabitfikir’in ocak sayısındaki Tanpınar’la bağlantılı eser ve edipleri derli toplu bir şekilde sunan pusula oldukça işlevsel ve aydınlatıcı (s.34-35) Necati Tonga, Tanpınar’ın bayramlardan bahseden ve gazete köşelerinde unutulmuş bir yazısını gündeme getirerek katkı yapıyor dosyaya. (s.37)
Sağ kesimin kendi içindeki arızalı çekişmesi, özeleştiri namına yanlış algılara kapı aralaması karşısında sol kesimin kendi ideolojilerine uygun dergilere ve edebiyatçılara gerçek manada sahip çıkmaları, birlik beraberlik içinde hareket etmeleri oldukça düşündürücü ve dersler çıkarılması gereken bir hâl. Üstelik, Tanpınar gibi bir değerden ancak Orhan Pamuk bahsettikten sonra haberdar olan, Nâzım Hikmet gibi birkaç bayraktar ismi dışında başka kalemlere ve düşüncelere ilgi duymayan bir güruha rağmen durum böyle.
SEZAİ KARAKOÇ DİYE BİR ŞAİR YOK(!)
Dönemlik düşünce dergisi Doğu Batı, son üç sayısını Modern Türk Şiiri’ne ayırdı. 1960’larda Türk Şiirini ele alan sekiz sayfalık yazısında Turgay Fişekçi, Sezai Karakoç’un adını dahi anmadı, tıpkı ‘Şairaneden Şiirsel’e de Murat Belge’nin yaptığı gibi (‘Modern Türk Şiirinde Yeni Gövde, Doğu Batı, sayı: 106, Modern Türk Şiiri-3, Ağustos- Eylül-Ekim 2023, s.29-37). Neyse ki Cem Yavuz’un ‘İki Diriliş Sözcüsü’ başlıklı nefis yazısı bu büyük eksikliği unutturuyor (s.103-113).
Fazla uzağa gitmeye gerek yok… İsmet Özel’in yaşadığı çağda, yaşayan en büyük Türk şairi olarak Hilmi Yavuz, Haydar Ergülen gibi isimleri zirveye taşıyan, kaleme aldıkları İkinci Yeni’yi anlatan hacimli kitaplarda mütedeyyin isimleri görmezden gelen incelemeci ve eleştirmeciler kendilerine yakışanı yapıyor doğrusu.
Batı Tamam, Ya Bizimkiler?
Elbette dünya edebiyatında da neler olup bittiğini bileceğiz, Batıyı da okuyacağız. Sözü Notos’a getireceğim. Asla bir Yunus’tan, bir Mehmet Âkif’ten, Peyami Safa’dan bahsetmeyen Türkiye’de yayınlanan bir edebiyat dergisi düşünülebilir mi? Yanı sıra özbeöz mübarek dilimizin, Türkçemizin malı olan müstesna kelimeler yerine sonradan türetilmiş/uydurulmuş kelimeleri tercih etmenin nasıl bir izahı olabilir, heyhat!
Bu ahval ve şerait içinde kendi eser ve kalemlerine hoyratça laflar etmek, kıskançlıklarını gizleyememek, değerlerini aşağılayan ya da görmezden gelenler karşısında aşağılık kompleksine kapılmak, karşı mahallenin tescilli kalemlerini ve yazdıklarını haddinden fazla yüceltmek zannımca büyük bir gaflet.
1170 sayıdır düzenli olarak her hafta yayınlanan Cumhuriyet Kitap eki karşısında bu minvalde tek bir aylık kitap ek, aylık bir kitap kültürü dergisi çıkar(abil)mek, onda da ağırlığı İletişim, Can, Metis gibi yayınevlerine vermek, doğru bir Türkçe ve müstesna kelimelerimiz dururken yapıt, yazın, ürkünç gibi uyduruk kelime seçimleri kültürel hegemonya kavramıyla ifade edilmeyecekse neye hegemonya demeliyiz?
HAMİŞ: GÜZEL BİR TEKLİF
Söz kitap eklerinden açılmışken gözüme çarpan ilginç bir çabayı da paylaşmak isterim. Ekonomi gazetesinin aylık kitap ve kültür yaşam eki ocak sayısında Mustafa Kemal Çolak’ın konuğu başarılı iş kadınlarımızdan Gamze Cizreli idi. Çolak, Cizreli’yle yeni çıkan Ateşle Oynayanlar adlı eseri üzerine iki aşamalı bir buluşma gerçekleştiriyor. Kitap ilk çıktığında ve sonrasında yapılan söyleşi sayesinde yeni çıkan bir kitabın hal ve gidişatı bizzat takip edilebiliyor. İyi bir takip/iz sürme olmaz mı bu şekildeki söyleşiler: hem yazar hem okur için; hem de eserin niteliğine vakıf olabilmek adına?
KÜLTÜREL HEGOMANYA
Ortada kültürel iktidardan ziyade bir kültürel hegemonya sorunu olduğunu düşünüyorum. Neden böyle düşündüğümü az önce izah ettim sanırım. Odağa aldığım görmezden gelme kavramını irdelediğimizde sol/seküler çevrenin süreli yayınlarında kendi ideolojilerine uyan isimlerin kusurlarını göz ardı ederek tamamen övgü dolu cümlelerle karşılaştığımızı, kendi düşünce dünyalarında olmayan isimlere ve hatta kelimelere asla yer vermediklerini, diğer kesimde ise kelime tercihleri, karşı görüşün isimlerine yer verme konusunda ciddi anlamda bir savrulma yaşandığını müşahede ediyoruz.
Bir misalle söylediklerimi somutlaştırayım müsaadenizle… Mütedeyyin bir eleştirmen olarak bilinen Mehmet Erdoğan, Kopernik’ten çıkan ‘Edebiyat ve Eleştiri Yazıları’nda Sezai Karakoç, İsmet Özel, Rasim Özdenören gibi kalemler hakkında oldukça sert ve dahi rahatsız edici ifadeler kullanır. Erdoğan’ın Necip Tosun hakkındaki değerlendirmelerinden bir alıntı fikir verecektir. Erdoğan, kitabında Necip Tosun’u; ‘arayışları olmayan bir hikâyeci ve meselesi olmayan bir yazar’ olarak niteledikten sonra, “(Necip Tosun) Çoğu kez ilişkileri geliştirmek ve genişletmek, yeni ilişkiler kurmak veya ilişkisizlik sebebiyle karşısındaki cezalandırmak saikiyle yazıp çizmektedir. (…) Ait olduğu dünyaya karşı mesafeli duruşu ve yeni nesil sol edebiyat çevrelerine karşı zaafı ve toleransı gizlenemeyecek boyutlardadır. Dolayısıyla yazarlık ilke ve ahlakından uzak bir turum içindedir.” diyecektir. (M. Erdoğan, age, s.395)
TÜRKLER VE BATI BİR ARADA
Dergilerimizde Kemal Tahir de gündeme taşınan kalemlerimizden. Birikim dergisinin Kurtuluş Kayalı imzası olmadan çıkardığı özel sayı (Aralık 2024) yanlı yorumlar ve ideolojik bağnazlık sosu kaynaklı eksik ve hatalı yorumlar içeriyor. “Doğrular, yanlışlar bilinmeden layıkıyla savunulamaz, ikna etmeyi güçleştirir.” şiarı gereğince bu özel sayıdaki yazıları karşı cenahın zihniyetini tanıma adına okumakta fayda var.
Kemal Tahir’den konu açmışken elinizde tuttuğunuz dergiyi ele almamak doğru olmaz. Kadim ve nitelikli dergilerimizden Türk Edebiyatı, şubat sayısında Selahattin Hilav’ın eserlerinde Kemal Tahir ve Tanpınar izi süren bir makaleyle arz-ı endam ediyor. Ahmet Duran Arslan’ın kaleminden çıkan yazıda, iki kıymetlimizin ortak yönlerine ağırlık veriliyor. Tabii isimler ve mevzu ağır olunca dört sayfa ne derece ve nasıl yeterli olabilir ki? Bu cihetle eleştirel bir bakış, Hilav’ın tutumuna dair yorumlar eksik makalede.
Takip ettiğim onca dergi arasında Türk Edebiyatı; Türk cumhuriyetlerine, Batı edebiyatına, edebiyatımızın has kalem ve eserlerine vefasıyla ilgimi çeken, takdir ettiğim bir yayın. Şubat sayısında André Gide ve Umberto Eco ile Mükrimin Halil Yinanç ve Anar yan yana, el ele, diz dize, göz göze. Sadece Batıyı gören Notos’un kulakları çınlasın, gözleri açılsın; örnek alsın.
Değinmeden geçemeyeceğim bir vefa yazısı da Rahmetli Recep Seyhan’ın hikâyelerinde kadınlar mevzu. Oldukça özgün, yaratıcı bir konu, Funda Hanım’ı tebrik ediyorum (Funda Özsoy E., Recep Seyhan’ın Hikâyelerinde Kadınlar, Şubat 2024, s.18-20).
Nitelikli bir edebiyat eleştirisinin edebiyatımız için ne denli büyük önemi haiz olduğu herkesin malumu. Enver Aykol’un, Büyük Anar’ın romanına dair eleştiri yazısında (Ruhun Puslu Koridorları: Beş Katlı Apartmanın Altıncı Katı’ndaki Labirentler, s.34-37) esaslı bir usul, eleştiri tarzı ziyadesiyle celbetti beni. Yazının girişinde romanımızda bir sıkışma değil, tıkanıklık içinde olması iddiası ortaya atılarak afilli bir giriş, işin mutfağında olmanın avantajıyla iyi bir kurgunun hususiyetlerinin yerli ve yerinde göndermelerle izahı, asıl konu hakkında verilecek hükümlere sağlam bir dayanak, altyapı oluyor. Neticede okurun kafasında hiçbir soru işareti kalmıyor.
Nitelikli bir eleştiri yazısının görevini hakkıyla yerine getirmesini, bahsettiği eserin iyi ve zayıf taraflarını göstermesinden, ilham vermesinden anlarız. Bu noktada eleştiri yazarının inandırıcı olması, bilgisiyle bunu desteklemesi zaruri. Aykol, bu meşakkatli işin hakkından geliyor, dolayısıyla takip edilmesi yazarın da okurun da hayrına; benden söylemesi…
TÜRK SOLU
Yaşam kültürü dergisi Lacivert, Şubat 2024 tarihli 109. sayısını “Türk Solu”na ayırdı (s.9-74). 66 sayfadan müteşekkil dosyada yer alan metinler edebî bir dilde, nezaket sınırları içinde. Solun dine uzaklığı/sekülerlik tutkuları yanında aslında uzak durmaları gereken Amerikancılığa ve kapitalizme yakınlıkları, aralarındaki birkaç ismin dillendirdiği doğrulara korkunç tepkileri, solun hiçbir zaman yerli olamaması gibi pek çok konu masaya yatırılıyor, çeşitli boyutlarıyla inceleniyor, tespit ve öneriler sunuluyor. Eda Dikmen’in “Solcu Görünmek İsteyenlere Garantili Tüyolar” başlıklı yazısı, onların hâletiruhiyelerini derli toplu ve bir bütün hâlinde isabetli bir şekilde ortaya koyuyor (s.56-59): “Cahille sohbeti kestim, demeyi ihmal etme, ‘kapitalist düzen, emek, proleterya, emperyalizm, diyalektik’ dilinden düşmesin, ‘faşist gerici, yandaş’ damgası vurmaktan çekinme, ‘bu ülkede yaşanmaz, keşke Amerika ya da Avrupa’da yaşasam’ diye iç geçir, çevreci kesil, doğa aktivisti takıl!, marjinal giyinmeye özen göster, ağza giren, tütünden sararmış solcu bıyığı bırak, Karl Marx’ın Kapital’ini elinden düşürme, hümanist ol masum insanları bombalayanlara terörist deme, karşı görüşleri dinleme, sakın ola feminizmi elden bırakma, saldırgan köpeklerin sokaklarda yol açtığı terörü görmezden gel, aman LBGT’ye saygıda kusur etme, Atatürk sevginiz menfaatlerinizle sınırlı olmalı, sakın İslam dininden iyi bahsetme.”
Hasılı, Lacivert’in dosyası bizdeki solun köklerini ve kişilik yapısını, davranış biçimlerini, kısacası ruh hallerini anlamak adına arşivlik bir çalışma.
DERKENAR
- Cins dergisinin Ocak 2024 tarihli 100. sayısının kapağında her ne kadar ‘Evlâdım onlar put! Türkiye’de Kültürel İktidar’ başlığı ön plana çıkarıldıysa ve bu minvalde okurda bir dosya beklentisi oluştuysa da böyle bir çalışma yok dergide ama Türkiye’de dergiciliğin serencamını ilginç anekdotlarla aktaran dosya (s.32-48) dergi dostlarını memnun edecek nitelikte bir emek olmuş.
- Birikim dergisinin Ocak-2024 tarihli 417. sayısındaki ‘Solun Tarihe Bakışı’ dosyasını da sosyalist cenahı ve hüküm stillerini daha iyi tanımak/anlamak namına okumak icap eder ve ilgilisine öneririm.
- Akademiden emekli olmasına ve ilerleyen yaşına rağmen İnci Enginün Hoca çeşitli dergilerde yazmaya ve birbiri ardına yeni eserler ortaya koymaya devam ediyor. Enginün, Varlık dergisi ocak sayısındaki ‘Edebiyat Tarihi Nasıl Anlatılır?’ başlıklı mülakatta Yeni Türk Edebiyatı alanında çalışmanın avantajları ve güçlükleri, Tanpınar’ın günlüklerinin yankıları, edebiyat tarihi yazımının önemi ve tesirleri gibi birçok meseleyi edebiyat kamuoyunun dikkatine sunuyor, Türk edebiyatı üzerine çalışanları ve çalışacakları ilginç çalışma konularına yönlendiriyor.
- Hece dergisi 2023 Şiirini Mehmet Solak editörlüğünde bir dosya olarak paylaştı okurlarıyla (2023’te Şiir, Hece, Şubat 2024, sayı:326, s. 47-90). Hece ve Hece Öykü’nün şiir ve hikâyemizi her yıl istikrarlı şekilde bir bütün hâlinde ve bir arada kayıt altına alması takdir edilesi, örnek bir çaba. Lakin bu yılki çalışma oldukça cılız kalmış. Şiir dergilerimiz, şiirimizdeki yeni teknik ve denemelerle etkisini artıran arayışlar, özgün değerlendirmelerin olmayışı, sadece yıl içinde yayınlanan birkaç şiir kitabı hakkında tanıtım yazılarıyla yetinilmesi söz konusu. Uzun zamandır İsmet Özel özel sayısına yoğunlaşan ve yorulan Osman Özbahçe’nin yokluğu, görsel şiire dair söyleyecekleri şüphesiz büyük önem arz eden Hayriye Ünal, Atakan Yavuz, Burak Ş. Çelik gibi isimlerin yokluğu iyi niyetli bu çabayı kadük bırakmış doğrusu.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.