Birden yağmur basıyor, makineleri koruma altına alıp araca doğru yürümeye başlıyoruz. Allahtan yanıma yağmurluğumu almışım ama kar etmiyor ki yağmur tepede, araç uzakta çaresiz yürüyoruz, sırılsıklam ıslanıyoruz. Araca çok yakın bir yerde yağmur kesilip hava açıyor, bakıyoruz atlar koşmaya devam ediyor, onca yolu geri dönüp yeniden atları fotoğraflamaya devam ediyoruz. Hava kararıyor, gök gürlüyor, şimşekler çakıyor uzaklarda, beyler bayanlar yağmur çok yakında diyorum, yakalanırsan bu sefer çok daha kötü oluruz, lakin gözüm atlarda, atın şaha kalkışında, toz da duman da... Başkasına söylüyorum, kendim dinlemiyorum. Ve kaçınılmaz son, birden bastırıyor yağmur, bardaktan boşanırcasına, yeniden çamur deryasına dönen arazide yürümeye başlıyoruz. Ayakkabıların altı bir karış çamur, ulaşıyoruz otobüse, “kaptan orta kapıyı aç “diyoruz, olmaz diyor, ön kapıya bir yolluk sermiş,” hele şu ayaklarınızdaki çamuru bir silin de öyle binin otobüse” diyor.