Erol Sunat

Erol Sunat

HANTALLIK; BUGÜNÜMÜZÜN ÖZETİ!

HANTALLIK; BUGÜNÜMÜZÜN ÖZETİ!

Bir şehir düşünün, koşmaya hazır, coşmaya hazır, coşkuya hazır, heyecanla yeni bir şeylere başlamaya hazır, dahası bu hazzı yaşamaya hazır.

Böyle bir hazırlıktan ve hazır olmaktan rahatsız olunur mu?

Olunmasa böyle olmazdı!

Şehir, sürat koşusu yapmaya hazırlanan, geçmişinde kırdığı rekorlar bulunan, tanınan, bilinen ve sevilen bir atlet misali, start verilmesini bekliyor.

Ne çare ki, o startı verecek olanların bu bekleyiş çokta umurlarında değil. 

Start verme yeriyle aralarındaki mesafe ne kadar yakın olursa olsun,

Sırtları o noktaya dönük çay-kahve içiyorlar,

Kendi aralarında derin sohbetler yapıyorlar,

Bir türlü start mahalline yüzleri dönmüyor!

Anlayacağınız işleri çok!

Hem de işi başından aşkın denilenler gibiler…

Bu arada hiç start verilmedi dersek haksızlık yapmış oluruz.

Start verenler, yakın ve uzak geçmişte birkaç kez bu startı verdiler. Verdiler amma, yolun yarısına gelindiğinde, iptal çağrılarıyla yarışı iptal ettiler.

Halbuki şehir, yarışı açık ara önde götürüyordu!

İşte bu yüzdendir ki…

Şehir tam anlamıyla hedefine ulaşamadı.  Bu işe samimi ve içten olarak üzülenler ve neler yapılabilir diye düşünenler varsa da, hedefine ulaşamadı diye sevinenler, inşallah ulaşamaz diye dua edenler, neden bizim zamanımızda olmadı, yapılmadı, yapılamadı diye geriye dönük kahredenler var. Buna şehrin renkliliği mi dersiniz, eski bir Başkentte rastlanması olağan haller mi dersiniz, siz bilirsiniz!

 

HER YİĞİDİN YOĞURT YİYİŞİ FARKLI DERLER YA!

Hal böyleyken, şehrin sıkıntıları, açmazları, ne yapması gerektiği, hangi işe acilen bakması gerektiği biliniyorken, neden mi bir şeyler yapılmıyor?

Şimdi efendim;

Her devran değişiminde,

Her dağın dumanı ayrı,

Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı diyerek,

Yani her seçim sonrasında, sorumlu mevki ve makamlara gelenler,

Konuları tekrar gözden geçiriyorlar,

Yeniden irdeliyorlar,

Yeni bir oluşum,

Yeni bir değişim,

Farklı bakış açıları,

Eskiye göre yeni bir farkındalık hayalleri kuruyorlar.

Onların kendilerine göre zamanları çok, ancak şehrin zamanı yok! Onu da bilen yok, merak eden yok, üstüne düşen yok!

Bu kadar konuyu alt alta koyar, toplarsanız ne çıkar?

Acil meselelerde dahil olmak üzere her şey bekler! Beklemede kalır. Bir işin ucundan tutulmaz!  

 

AĞIR OLMAKTAN NE ANLIYORSUNUZ?

Eskiler, ağır azam derlerdi, ağırlığınca altın derlerdi, ağır insan kilosu fazla olana değil, sakin, efendi, ne konuştuğunu bilen, sözünün nereye varacağını bildiği halde edep ve adap dairesi içerisinde açıklamalar da bulunana denir, derlerdi.

Böyle insanlar şimdilerde kaldı mı?

Kaldıysa ne kadar kaldı?

İnanın bilen yok!

Böyle insanlara ihtiyaç var mı?

Gerçeği söyleyecek olursak, serin,  buz gibi bir pınar suyuna hasret kalmış kadar!

Böyle insanlar birer ikişer bu dünyadan ayrıldığı için, birçok meselemiz ortada kaldı, bir sözleriyle açılıveren kapıları şimdi açabilene aşk olsun!

Ağır azam olma kavramının, elimizde sadece “ağır” kısmı kaldı. Aslında ağır azam kavramı o büyüklerle, o güngörmüş insanlarla birlikte gitti gitmesine de, Bizler o kavramı değil, o kavram içinden sadece “Ağır” kavramını aldık, onu da kendimize göre yontup, hemen her alana sirayet ettirdik…

“Ağır Abi” dedik, “Ağır Abla” dedik, “Ağır Roman” dedik kendimize göre bir şeyler söyledik! Ve bu kavramın altında ezilip kalınca da, ağırlaştık ve sağırlaştık!

Sonra ne mi oldu?

İşlerimiz ağır…

Düşünmemiz ağır…

Karar vermemiz ağır…

Konuşmamız ağır…

İşe sarılmamız ağır…

İşe başlamamız ağır…

Kabullerimiz ağır hale geldik!

Hızımızı, heyecanımızı, coşkumuzu kaybettik, kaybettiğimizin farkına da varamadık…Ağır olmaya alıştık, işleri ağırdan almaya bayıldık, her şeyi ağırdan ala ala etrafımız çıkmaz sokaklarla, setlerle, aşılmaz duvarlarla çevrildi.

Bu ağırlığın adına kısaca “Hantallık” deniyor.

Hantallık denildiğinde ne mi anlayacağız?

Ağırlığından hareket edemeyen, hareket etmeyi sevmeyen, olması gereken her ne varsa öteleyen, erteleyen bir yaklaşım şekli…

Ağır ağır gitmekten garip bir zevk alan, hızını artırmak istemeyen, el ne der, elalem ne der diye endişe eden, dur bakalım, bekle bakalım, hele bir düşünelim, aceleyle karar vermeyelim, her şeyin bir vakti var, saati var, bana acele ettirmeyin gibi kararların verildiği bir anlayış…

Hantal yapı, hantal kurum, hantal yaklaşım, hantal anlayış gibi argümanlar dilimize yerleşti. Hantallıktan zevk alır bile olduk.  Ne yazıktır ki, bizim bugünümüzün özeti bundan ibaret!

 

HER SABAH TAZE BİR BAŞLANGIÇ!

Ulaşılması gerekenlere ulaşmak hiç kolay olmadı bu şehirde…Kolayca ulaşanlar elbette vardı.

Ancak onların derdi hiçbir zaman şehir olmadı!

Kendi dertleri, kendi istekleri, kendilerinin bulundukları yeri muhafaza etmek daima ön plandaydı.

Asıl ulaşması gerekenler, dünde ulaşamamışlardı, bugünde durumları pek parlak sayılmaz!

Umutsuz vaka gibiler…

Ulaşılması gerekenlerin yanına varabilmek için var olan kapılar, değişmiş gibi görünmüyor.

Bir an için, her şeyi unutup, neyi hayal ediyoruz biliyor musunuz?

Sorgucusu bulunmayan, neden geldin, niçin geldin denmeyen, ahiret soruları sorulmayan, derdini önce bana anlat diyeni olmayan ve buyurun denilerek size kendiliğinden açılan bir kapı…

Yok böyle bir kapı!

Vaatler, sözler bu şekilde açılacak kapıların olacağı, olmazsa yeniden inşa edileceği yönündeydi.

Olur mu, olur, hem neden olmasın diyenler o kadar çoktu ki…

İlk önce onlar giremedi o açılmasını bekledikleri kapıdan, ilk önce onların yüzüne kapandı o kapılar!

Ne mi diyelim? Her sabah taze bir başlangıç, her sabah ümide dönük yüzümüz. 

Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler, sevgili okurlar.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR