Konya’da tarihin ve doğanın buluştuğu tepe: Adeta bir 'açık hava müzesi'
Alâeddin Tepesi, Konya eski kent merkezinde bulunan ve günümüzde çevresini bir tramvay hattının dolaştığı yerleşimin adı. Bu adın ilk kez ne zaman kullanıldığı hakkında kesin bir bilgi yok. XIX. yüzyıl ortalarında yayımlanan Ch. Texier’in “Küçük Asya” kitabında buradan sadece bir tepe olarak söz edilirken, F. Sarre Alâeddin Tepesi ifadesini kullanmış. Dolayısıyla, bu ad son Osmanlı Döneminde daha yaygın biçimde kullanılmaya başlamış ve bu şekliyle de günümüze ulaşmış. Oval biçimli olan tepenin doğu batı yününde uzunluğu 350 m, kuzey güney yönünde ise 450 m dolayındadır. Tepeyi günümüzde çevreleyen yoldan yüksekliği ise ortalama 20 m kadar.
Alâeddin Tepesi adını, kuzey yamaca yakın yerde bulunan ve Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat tarafından yaptırıldığı kabul edilen Alâeddin Camii’nden ve Konya Köşkü olarak da bilinen Alâeddin Keykubat’a ait saraydan almış. Tepe aslında asıl Konya höyüğünün en yüksekte kalan ve şimdi çok az izi kalmış bir “iç sur/ kale”nin olduğu bölümün de adı olarak günümüze ulaşmış. Tepe üzerinde, özellikle seyahatnamelerde ve diğer kayıtlarda sözü edilen binaların bir kısmı günümüzde ayakta durmaktadır; bir kısmı ise zamanla yıkılmış ve yok olmuş. Günümüzde birçoğu kaybolmuş olan ve Alâeddin Tepesi’ni çevreleyen surların içinde ve tepenin biraz daha kuzeyinde Konya Köşkü’ne (Sarayına) ait kalıntı bulunmakta. Caminin güneyinde, şimdi artık kullanılmayan su deposunun bulunduğu yerde ise, muhtemelen Erken Hristiyanlık Döneminde yapılmış Aziz Amfilokhyus Kilisesi (Eflatun Mescidi*) bulunmaktaydı. “İç surun/ kalenin” dışında kalan yerlerde, kuzey yamaçta, Karatay Medresesi*, batı eteğinde İnce Minare Medresesi* gibi Türkiye Selçukluları Dönemine ait yapılar yer almaktadır. Yine “iç surun/kalenin” dışında kalan ve Alâeddin Tepesi’nin doğusuna düşen; şimdi dershane olarak kullanılan yapının temel kazısı sırasında, günümüz zemin seviyesinden yaklaşık 6-7 m aşağıda bir duvar parçası bulunmuştur ki, herhangi bir kanıt olmasa da bu duvarın Selçuklular öncesi, belki de Roma Dönemine ait bir evreye ait olduğu söylenebilir.
Alâeddin Tepesi ve bunun “dış surlara” kadar çevresini oluşturan ve binlerce yıldır üst üste gelen yerleşimlerin katmanlarının oluşturduğu asıl Konya Höyüğü de bir “dış sur/ kale” ile çevrilmiş. Alâeddin Tepesi’nden bu dış surlara kadar olan eğim, bu alanlardaki yerleşimlerin yoğunluğu sebebiyle giderek daha fazla aşınmıştır ve burada, toprak üstünde, geçmişe ait çok az kalıntı vardır ki, bunlar da modern yerleşmenin izin verdiği ölçüde ayakta kalmışlar. İşte modern Konya’nın eski merkezini oluşturan Alâeddin Tepesi’ni, asıl Konya Höyüğü’nün merkezi olarak kabul edilir.
Alâeddin Tepesi’nde 1941 yılında yürütülen kısa süreli, küçük bir arkeolojik kazıda buradaki toprak altında kalmış ve Konya’nın geçirdiği tarihî evrelere tanıklık eden kalıntılar ortaya çıkmış. Bu kazılar sırasında, en büyüğü Tepe’nin İnce Minare’ye bakan batı yamacında olmak üzere, Alâeddin Köşkü’nün bulunduğu alanda ve höyüğün güney yamacında dört sondaj açılmış ve Alâeddin Tepesi’nin kültür katmanları tespit edilmeye çalışılmış. A olarak adlandırılan büyük açmada tepenin o zamanki yükseltisinin -5 ve -14 metresinde başlatılan çalışmalarda, yüzey toprağının hemen altında, Osmanlı Dönemine ait basit taş temelli yapılara ait bazı ev kalıntıları, pişmiş toprak levhalarla kaplı zeminler ile Müslüman mezarları bulunmuştur. Bu tabakada ayrıca tandırlar ve depo küpleri de ortaya çıkarılmış. Bu tabakanın altında, -8 m ve -10 metreden başlayan ve yine iki safhalı olan tabakada, Selçuklu Dönemine ait basit yapı temelleri ile bunlara ait birimlere ulaşılmış. Bu dönem yapılarında yer yer daha eski Bizans ve Roma dönemlerine ait başlık ve benzeri mimari parçaların kullanılması dikkat çekici. Selçuklu tabakasının altında, -9 m ile -10,50 m arasındaki katman, Bizans yerleşmesi, bunun altında -11,50 m derinliğe kadar olan tabaka da Roma Dönemi yapılarına ait temel kalıntılarının ortaya çıktığı seviyeler olarak tanıtılmış. -11,50 m ile -14,00 m arasındaki en kalın tabaka ise, Helenistik Çağa ait kalıntıların ortaya çıkarıldığı kısımdır ve burada farklı seviyeler tespit edilmiştir ki, bu seviyelerden bir kısmı Klasik Çağı da kapsamakta. Bu seviyelerden biri olan C seviyesinde, genişliği 2,50 m olan ve taş temel üzerine kerpiç örülen duvarın bir sur olabileceğine işaret edilmiştir ki, bu, Alâeddin Tepesi’nde, varlığı bilinen en eski sur duvarı. A açmasının -14,50 metresinden -17,50 m derinliğe kadar olan kısmında ise, yer yer 3 safhalı olduğu belirtilen Frig Çağı katmanları ortaya çıkarılmıştır. Çok güçlü bir dönem olduğu anlaşılan Frig Çağı yapıları da taş temel üzerine kerpiç duvarlı olup, çok düzenli olduğu özellikle belirtilmiş. Alâeddin Tepesi’nin -18 metreden sonraki derinliğinde, içerisinde kum da bulunan ve herhangi bir kültür kalıntısı içermeyen bir tabakaya ulaşılmıştır ki, bu durum, tepenin en geç MÖ 2000’li yılların sonundan itibaren yerleşildiğinin bir göstergesi olarak kabul edilmeli.
Tepe üzerinde açılan B, C ve D sondajları daha çok, A sondajının test edilmesi ve Alâeddin Tepesi üzerindeki kültür kalıntılarının yayılımının boyutlarını görmek amacıyla açılmış. Bu sondajlardan biri olan ve Alâeddin Köşkü’nün bulunduğu alanın bir bölümünü de içine alan B sondajında, köşkün yıkılan kısımlarına ait temeller, Osmanlı Döneminde bu yapıya yapılmış eklemelerle, bu dönemden başka basit yapı kalıntılarının temelleri ortaya çıkarılmış.
Şimdi Konya Arkeoloji Müzesi ve Karatay Medresesi’nde saklanan 1941 yılı kazısının malzemesi dikkate alındığında, Alâeddin Tepesi’ndeki en eski yerleşme katlarının Frig Çağına, MÖ VIII. yüzyıla ait olduğunu söyleyebiliriz. Antik yazarlar Konya’yı bir Frig kenti olarak nitelediğine göre, Alâeddin Tepesi kalıntıları ve buluntuları bu ifadeleri doğrulamış olmakta.
Friglerden sonra, sırasıyla Lidyalılar, Persler ve Helenistik çağlarda da bu iskânın sürdüğü bu dönemlere ait seramiklerden anlaşılmakta. Her ne kadar müzelerde Alâeddin Tepesi kazılarında bulunmuş Roma ve Bizans Çağına ait özellikli malzeme yok ise de bu dönemlerde de tepe üzerinde yerleşmelerin bulunduğu 1941 yılı kazısında ortaya konmuş. Şurası kesindir ki, Roma, Bizans ve sonrasındaki çağlarda Orta Anadolu’nun en önemli merkezi olan Konya’nın (İkonyum) asıl yerleşme alanı Alâeddin Tepesi’nin dışında kalan Konya Höyüğü üzerine yayılmış bulunmaktaydı. Bizans Çağı sonrasına, Selçuklu zamanına ait küçük buluntular daha çok B sondajında bulunmuş olup, bunlar Alâeddin Köşkü’ne ait sırlı tuğla ve kaplama malzemelerinden oluşmakta. Beylikler ve sonrası dönemlerde de hem Alâeddin Tepesi’nde hem de Konya Höyüğü’nde yerleşmenin sürerek günümüze kadar ulaştığı anlaşılmakta.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.