Evimizde 3 tane çorap makinası vardı. Ailece hep beraber çalışırdık. Merserize tabir edilen pamuk ipliğinden yapılan çorapların, naylon çorabın çıkmasıyla pabucu dama atıldı. Çünkü sağlıklı olmasa da, merserize çoraba göre daha dayanıklı olması naylon çorabın tercih sebebi idi. Rahmetlik babacığım naylon çoraba entegre olamayınca o işi bıraktı, rızkımızı Adana'da aramaya karar verdik.
1960 İhtilalinde biz Adana’da idik. 6 yaşındaydım ve olağan dışı bir şeylerin olduğunun farkındaydım.
Resmî elbiseli bir komşumuz vardı. Ormancı mı, zabıta mı bilmiyorum. Çarşıda o komşumuzla karşılaştığımızda anam babamın arkasına saklanmıştı. (Anam çarşaf giyerdi ve peçesinden dolayı komşumuzu tanıyamamıştı) Anacığım çarşafını yırtmaya gelen jandarma sanmıştı o komşumuzu. İhtilalde şalvarlar, çarşaflar yırtılıyor, takke giyenler de aşağılanıyor, tahkir edilerek cezalandırılıyordu. (İnancı gereği giydiği kıyafetten dolayı muhafazakar insanlar, daha sonraki yıllarda da çok horlanacak, çok eziyet çekecekti.)
6 yaşımda tanışmıştım ihtilalle. O zamandan sonra da genç Cumhuriyetimizde yalama olan demokrasinin defalarca kesintiye uğradığına şahit olacaktım.
Bütün müdahaleler “askerin idareye el koyması" şeklinde olmadı elbette. Asker “ülkenin idaresinde ben de varım" dercesine yaptığı çıkışlar ve eylemlerle bunu hep hissettiriyordu. Kimi zaman bir “muhtıra” kimi zaman “tankları caddelerde yürüterek", kimi zaman da “demokrasiye balans ayarı” söylemleri ile halkın iradesinin üzerinde rol alıyordu. Türk milleti askere olan derin muhabbetinden olsa gerek, bu müdahaleleri hep “tevekkülle" karşılamıştır. Ordusuna ve askerine “Peygamber ocağı" diyerek saygı gösteren milletimiz, canı gibi sevdiği bir başbakanın “idam edilmesine" bile ses çıkarmamıştır.
Adnan Menderes, idamı hak edecek hangi suçu işlemişti? Asılsız ve iddiadan öte gitmeyen suçlamalarla 3 fidanın idam edilmesi, hâlâ bile yürekleri kanatmaktadır.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel hiç bir müdahalede dik durmamış, her seferinde şapkasını alıp gitmiştir. Keşke şapkasına gösterdiği sadakati demokrasiye de göstermiş olsaydı. Ama ihtilalden sonra söylediği bir söz, hâlâ hafızalarımızda. “11 Eylül’de akan kan, 12 Eylül’de nasıl durmuştur?”
12 Eylül'ün Kudretli Generali Kenan Evren idareye el koyduğunda milletimiz derin bir nefes almıştı. Çünkü artık günde 40-50 kişi ölmeyecekti. Anaların gözyaşı artık akmayacaktı. Peki nasıl bir sihirli değnekti ki; bir gün önce akan kan, bir gün sonra akmayacaktı? İşte Türk Milletinin kafasında müdahaleyi meşru kılan da bu idi. İster istemez şöyle düşünüyor insan.
“Demek ki asker istese idareye el koymadan da anarşiyi durdurabilir. İhtilâli meşru hale getirmek için şartların olgunlaşması mı bekleniyor?”
Kudretli General çok adaletli (!) bir paşa idi. Daha sonra şu veciz sözü söyleyecekti: “Denge olsun diye bir sağdan, bir de soldan astık.”
Tanklarla “Demokrasiye balans ayarı” yaptığını söyleyenler ve “Bin yıl sürecek" dedikleri zulüm bin yıl sürmemiş, tarih önünde kendileri mahkûm olmuştu.
Bazılarının inanmak istemediği, bu nedenle de “kontrollü darbe” veya “tiyatro” dedikleri “kalkışma" var ki, bundan önceki hiçbir müdahaleye benzemez.
15 Temmuz’dan bahsediyorum.
Bu tiyatroda (!) rol alanlar o kadar gerçek oynadılar ki; hainler gerçek haindi. Ölenler gerçekten öldüler. Uçaklar halka gerçek mermilerle saldırdılar. TBMM gerçekten bombalandı. Minarelerden salalar okunmaya başlayınca vatanını sevenler abdestini aldı, ailesi ile helalleşerek yollara düştü. Ötekiler mi ? Kimileri ATM kuyruğundaydı, kimileri de alışveriş merkezlerinde gıda stoklama derdindeydi. “İhtilal olursa tankın üstüne ilk ben çıkarım" diyen soğan erkeği de kahvesini yudumlayarak TV'den takip ediyordu olup bitenleri.
15 Temmuz kalkışması (maazallah) başarılı olsaydı kim bilir Türkiye kaç parçaya bölünür, kaç devlet üzerimize çöreklenirdi?
Allah yüzümüze baktı.
Cumhurbaşkanımızın feraseti, milletin kararlı duruşu ve Allah'ın yardımı ile ikinci Kurtuluş Savaşından da yüzümüzün akıyla çıktık. Dünya durdukça bizimle uğraşan da bitmeyecek, hainler de bitmeyecek. Asil Milletimiz ilelebet bu belaları da savuşturacak Allah’ın izniyle.