Önceki çağlarda insanların nasıl yaşadığı, neler okuyup neleri gündemlerine aldıkları gibi cezbedici soruların cevaplarını öğrenme yolu o dönemin dergi ve gazetelerinden geçer. Pek çoğumuz için imkân dahilinde olmayan bu arama/bulma süreci neyse ki yayınevlerimiz sayesinde mümkün hale geliyor.
Bu nitelikte iki kitap var elimde; Kitaplar ve Sigaralar ile Edebiyat Üzerine. İkisi de ‘Can’dan çıkan eserlerin müellifi George Orwell. Onun dünyaya bakışını ve soluduğu edebiyat atmosferini, dönemin yaşam tarzlarını görebileceğimiz metinler bilgilendirici, zevkli, büyülü bir yolculuğa davet ediyor, ki davete icabet etmek gerekir değil mi?
Daha fazla uzatmayalım, hemen Orwell’la yolculuğumuza başlayalım bence. Haydi buyrun, gelin o zaman…
George Orwell 8 Şubat 1946’daki yazısında; “kitap satın almanın, hatta okumanın ortalama insanın güç yetiremeyeceği pahalı olduğu düşüncesi öyle yaygın ki ayrıntıyla incelenmeyi hak ediyor,” şeklinde bir girişten sonra, tütüne, alkole, eğlenmeye ayrılan parayla kitap satın almaya ayrılan para arasında dağlar kadar fark olduğunu vurguluyor ve bunu kendi harcama kalemlerini tek tek hesaplayarak somutlaştırıyor, okumanın daha ucuz eğlencelerden biri olduğunu gösterecek kanıtı sunduğunu söylüyor.
Orwel, Kasım 1936 tarihli yazısında bizi çalıştığı sahafa davet eder ve dikkatini en çok çeken şeyin kitapseverlerin azlığı olduğunu vurgular; “Dükkânımıza gelenlerin çoğu başka yerlerde başa belâ sayılacak ama bir kitapçıda bu konuda özel fırsatlar bulan kişilerdi. Örneğin bir yatalak için kitap almak isteyen sevimli yaşlı hanım ve 1897’de okuduğu hoş bir kitabı arayan bir başka sevimli yaşlı hanım.” Orwell’ın odağındaki asıl kesim ise komik, komik olduğu kadar düşündürücü; kitap sipariş edenlerin, aman yanlışlıkla satmayın, ayırın ben mutlaka gelip alacağım diyenlerin neredeyse yarısının asla geri dönmediğini söyler.
Orwel ömrünü neden kitap ticaretiyle geçirmediğinin nedenini de fısıldar kulağımıza; “ O işi yaparken kitap sevgimi yitiriyordum çünkü. Bir kitapçı kitaplar hakkında yalan söylemek zorundadır ve bu da onlardan tiksinmesine yol açar.”
O dönemde kadınların ve erkeklerin okuma tercihleri konusu da gündeme geliyor yazıda; “Erkeklerin roman okumadığı doğru değildir fakat uzak durdukları belli kurmaca dalları vardır. Genelleme yapmak gerekirse, ortalama roman diye nitelendirebileceğimiz kitap türü yani sıradan, iyi-kötü sulandırılmış metinler sadece kadınlar için var gibidir. Erkeklerse saygı duyması mümkün romanlar ya da dedektiflik hikâyeleri okur.”
Bizde bir zamanlar ahlaklarının bozulabileceği kaygısıyla genç kızların ve kadınların romandan uzak durmaları gerektiği tartışmalarını hatırladım bu satırları okurken. Ey roman, nelere kadirmişsin!
Ya kitap eleştirmenliği ne durumdaymış? Günümüzde pek çok dergide gördüğümüz kitap tanıtım yazılarının neden eleştiriyle alakası olmadığını açıklamıyor mu Orwell’in 3 Mayıs 1946’da yazdıkları; “Ayırt etmeden kitap incelemesi yazmak özellikle nankör, sinir bozucu ve tüketici bir iştir. Yalnızca çerçöp kitapları övmeyi değil, kişinin kendiliğinden bir şeyler hissetmediği kitaplar için sürekli tepkiler uydurmasını gerektirir.”
Peki yayınlanan bunca kitap arasında nitelikli olanları nasıl bulacak, takip edecek okuyucu? Orwell’in çözüm önerisi; kitapların büyük çoğunluğunun görmezden gelinip önemli görünen birkaç tanesi için çok uzun inceleme yazıları yazmak.
Günümüzde dijitalleşme, sosyal medya, televizyon, sinema gibi pek çok rakibi olan basılı yayın dünyası nasıl mücadele edecek, ayakta kalacak, etkili olacak gibi sorular üzerinde epey bir kafa yormak gerekiyor.
1940’lı yılların okuma fotoğrafını çeken Orwell’in metinlerinde önemli gördüğüm mevzulardan bir diğeri yazarın iktidarla ilişkisi, düşünce hürriyetine dair olanlardı. Entelektüel bağımsızlığı her şeyin önünde gören George Orwell Ocak 1946’daki yazısında entelektüel bağımsızlığın iki yönden saldırı altında olduğu bir çağda yaşadığını söyler. Biri Totalitarizm apolojistleri, diğeri tekelcilik ve bürokrasi. Açıklaması şu şekildedir; “Entelektüel bağımsızlık kişinin gördüklerini, işittiklerini ve hissettiklerini anlatma özgürlüğüdür, hayali gerçekleri ve duyguları üretmeye mecbur kalmak zorunda kalması değil.”
George Orwell’la yol arkadaşlığı yapıyoruz, bitsin ister miyiz? O halde devam ederiz ama o gün bugün değil, bir başka yazıya kalsın…