5 Yıldızlı İftar Sofrasında Empati!
“Külû veşrabû ve lâ tüsrifû İnnehû lâ yühibbül müsrifîn.” (A’râf/31)
(Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez.)
Yemek duası olarak bilinen ayet-i kerimedeki musrifin (israf edenler) manası Türkçede anlamca daralarak israf etmeyin, yemekte artık bırakmayın ve boş yere sarf etmeyin manasında algılanmaktadır.
Oysa müsrifîn; haddi aşanlar, sınırı aşanlar anlamındadır. Allah’ın sizin için belirlediği, onun rızası dâhilinde belirlenmiş olan bir tüketim adabı, şekli ve miktarını aşmayın! Yani, “yemekte artık bırakmayın ne varsa mideye indirin” manasında değildir.
O halde tüketim adabı, şekli ve miktarı ne olmalıdır?
1 - Vasatta olmak. Harcamanın orta karar bir miktarda olması.
2 - Kibirden, büyüklenmekten kaçınılması.
3 – Akrabaya, yoksula yediğinden içtiğinden verilmesi, tasadduk edilmesi.
“Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur. (Furkan/67)
“Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma” (İsra/26)
“Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin Fakat israf ve kibirden sakının!”(Buhari)
Hadiseyi ramazan bağlamında değerlendirirsek Ramazan ayı aslında bir eğitim sürecidir.
Kişisel ve toplumsal empati ile acizin, yoksulun durumuna ruhi bir rabıta halidir.
Bazen kendini ruhen, bedenen yoksul ve aciz bir insan ve toplum yerine koymaktır. Onların neler hissettiklerini, nasıl acılar çektiklerini ruhen idrak etmektir. Çünkü mümin ruhunun sadece kendi varlığı ile münasebeti yoktur; hayvanlar, insanlar vs. tüm varlık âlemleri ile münasebeti vardır.
“Ben açlıktan çocuklarını ölüme terk eden Somaliyim. Ben bir Irak’ım, ben bir Suriye’yim,
Ya da. Ben işçiyim, ben emekçiyim, ben yoksulum, ben çaresiz ortamlarda geliri olmayan kimsesiz yaşlıyım, ben hakir görülen ezilen yoksulluk ve yoksunluk içerisinde kıvranan çaresizim.” diyebilmek ve içindeki duygunun tecessümü gözyaşlarınla, onlar adına da Rabbi’nden medet istemektir. Onların acz ve fakrını, bedeni ve mali yoksunluklarını ruhumuza hissettirmek, bedenimize hissettirmek, duygularımıza hissettirmek…
Böylece bir taraftan, Rabbimizin İlahi terbiyesi altında bu empati sayesinde kalb, ruh, nefis vs. gibi latifeler ile bunlara bağlı kuvvelerin (duyguların; sevgi, şefkat, cömertlik, kibir, cimrilik, gadap vs.) terbiye olup, eğitilip insaniyetimizin cennete medar bir kemalata ulaşması ve yeni ruh formatımızla bambaşka bir insani mertebeye çıkılması mümkün olur.
5 yıldızlı iftar sofralarında, bol ışıklı parlak ortamlarda, oldukça lüks döşenmiş alafranga masalarda, bir işaretimizle servis edilen dünyanın her köşesinden gelmiş nadir ve kıymetli taamlar içerisinde yukarıda bahsettiğimiz empatiyi kurmak zordur.
Belki bazı günler yoksul ve yoksun insanları anlama adına farklı ortam ve şekillerde iftar etme erdemi içinde olmak, “bu iftar sofraları benim güç ve kudretimiz eseridir nevinden” bir kibir ve büyüklenme duygusundan kaçınarak, yoksula da yedirerek Rabbimizin rızasını ümit ederek…
Rabbim, hepimize rızasına giden yollar nasip eylesin.
Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz.
1- Ömrünü nasıl geçirdi?
2- İlmi ile nasıl amel etti?
3- Malını nereden, nasıl kazandı ve nerelere harcadı?
4- Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı? (Tirmizi)