Eskiler kış gelince geçmiş yılların kışlarından bahsederler “Ah nerede o eski karlar, eski kışlar” derler. “Doğru” derler. Hani nerede o eski kışlar, nerede o eskiden bolca yağan aylarca eriyip kalkmayan karlar?
Son yıllarda yaşadığımız karsız tipisiz kışları gördükçe şöyle 60-65 yıl öncelere doğru dalar gider gözlerim. Hafızamı zorlamadan gözümün önünden geçiverir, o bol karlı kışlar. Kasım ayı sonları hele Aralık ayı geldi mi başlardı o lapa lapa yağan karlar. Eskiler yağan o karları gördüler mi keyfe gelir “Ver Allahım ver” ve “Maşallah ne yağıyor öksüz oğlan yaması gibi” diye tabir ederlerdi kar yağışını.
1950’li yılları hatırlıyorum. Kar yağmaya başladı mı günlerce devam ederdi köy yerlerinde. Çatısız olan evlerimizin damlarını sabah kürürdük. Öğleye kadar bir daha dolardı. Ertesi günler yine aynı dam haline gelir, kürümekten kürek tutan ellerimiz kabarır patlardı. Hatta bazı kar atış yeri (karlığı) az olan damların sahipleri artık damlara çıkardıkları kilimlerin üzerine karları doldurur onunla aşağı atarlardı. Günlerce devam eden kar yağışı kürünen damlardan indirilen karlar; sokakları, caddeleri, damların boyuna kadar yükseltirdi. O yıllarda evlerde çeşme olmadığından köyün belirli yerlerindeki köy çeşmelerinden evlerin ihtiyacı olan su testilerle eve taşınırdı.
Kar yağınca evdeki hayvanlar da o çeşmelere kadar sulanmaya gidemediğinden köylüler imece yapar kazma kürekler ile o sokakları çeşmeye bağlamak için yolları açarlardı. Kar kürümek sabahın erken saatinde başlar en az 3-4 saat sürerdi. Anacığımız üşüyüp yorulduğumuzu bildiği için odun ocağında mis gibi tüten bir tarhana çorbası yapar içerisinde nohut ve sarımsak mutlaka vardır, buharı üstünde içerisine birkaç tane de bazlama ekmek doğradık mı yemeye doyulmaz, yorgunluklar atılıverirdi.
Biz okul çağındaki çocukların okula gidebilmeleri de ayrı bir dert idi. 10 yaşından küçük olan çocukları mutlaka anne babaları ya da bir büyükleri okula kadar getirirdi. Bazı günler yağan karların ardından oluşan ve ilikleri dondururcasına esen tipi nedeni ile yollarda sokaklarda oluşan kürtük (tipi sürgünü kar yığını), değil çocukları büyük adamları bile yutar adeta saniyede kaybediverirdi.
Bütün bunlara rağmen “çocuk her yerde çocuk” derler ya işte bizde öyle idik. Köyümüzün coğrafi durumu bir höyük etrafında oluşu nedeniyle bu akıcı ve kaygan durumdan faydalanır uzunca bir rampanın tepe noktasından aşağılara doğru yaptığımız kızaklarla kayardık. Sık sık sakatlanmalar da olmaz değildi. Hiç aklımdan çıkmıyor. 1960’lı yıllarda yaşadığımız bir kış mevsimi... Kış başlarken ekim ayında yağıp da bahara kadar toprak üzerinden kalkmayan karları köylüler ekinlerinin bozulacağı korkusu ile günlük tarlalarına giderek ekin tarlasının belirli yerlerinden açtıkları kar çukurları ile tarlayı nefeslendirirlerdi.
Bu kışlar 1970’lere kadar devam etti. 1970 Mart tipisi ise ülkemizde birçok yıkım ve ölümlere yol açığı için hafızalarımızda yer etti. 1971’de mart ayının 12’si bir cumartesi günüydü. O sabah havanın yüzü hiç gülmüyor hatta sinsi bir görüntüsü vardı. O gün köyden şehre gelmem gerekti. Cumartesi olunca köyümüzün insan ve yük taşımasını yapan açık kamyon müşteri yok diye şehre gitmekten vazgeçti. Ben de şehir işini erteledim. Saat 09.00 sularında inceden bir kar yağmaya başladı, ama köyün bütün davar sığırlarını otlatmak için çobanları araziye götürmüşlerdi. Saat 14’e doğru kar sermayeyi çoğalttı. İşte bu saatten sonra bir tipi esmeye ve biriktirdiği kar sermayesini şiddetle kuzeyden güneye doğru sürüklemeye başlamıştı. Akıllı tecrübeli çobanlar tehlikeyi sezerek çabuk davranıp evlerine mallarını ulaştırırken bazıları “Bir şey olmaz bahar yakın şimdi şiddetli kış mı olur?” diyerek vurdumduymaz davranmışlardı. Sonunda hem kendi canlarını tehlikeye atmışlar hem de yüzlerce davarın tipide kalarak boğulup ölmelerine sebep olmuşlardı. O gece dışarılara çıkmak kırda bayırda kalanları aramaya gidebilmek bile mümkün olmadı. Neyse ki bizim çobanlar önlerindeki davar sürüsünü kurtaramamışlar ama yerde sürünerek girebildikleri bir su sarnıcında hayatta kalmayı becerebilmişler pazar sabahı yapılan bir anons ile köylülerin tümü imece yapıp tipide kalan malların kurtarılmasına yardım etmişlerdi. Can kaybımız da vardı. Köylümüz olan ve Botsa’da çobanlık yapan bir kardeşimiz eski ve tecrübeli bir çoban olmasına rağmen arazinin yabancısı olunca 71 tipisine yenik düşerek hayatını kaybetmişti.
Burada bir gerçeği ifşa etmeden geçemeyeceğim. Bu kardeşimiz bizim köylümüz olmasına rağmen bilmem fakir oluşundan bilmem köy halkımızın ilgisizliğinden bu kişinin cenazesini aramaya katılmadık. Bundan dolayı Botsalılar arayıp buldular ve bu bizim köyümüzün tipi şehidi diyerek mezarlıklarına defnettiler. Allah rahmet eylesin. Daha bunun yanında civar köylerde de can kayıpları yaşandı. Kozağaç köyü yakınlarında şehirden köye dönerken tipiye yakalanıp yolda kalan bir otobüsten inen ve yakın köy olan Beybes veya Kozağaç’tan yardım talep etme veya sığınma amacında olan iki üç kişi de ne yazık ki ayrıldıkları otobüsten tipinin tesiri ile çok uzaklardaki arazide ölü bulunmuşlardı. Yine Çayırbağı köyünde birkaç tane çoban yolunu şaşırarak kaybolmuş sürülerinin tamamı tipiden arazide kırılmış kendileri ise hayatlarını kaybetmişlerdi. Ancak öldürmeyen Allah öldürmez derler ya, bir çoban nerelere gittiğini bilmeden bir komşu köyün mezarlık duvarını aşıp kabristanın içerisinde üzerini karla örtmüş karların altında hiçbir şey olmamış ve diri kalmayı başarabilmişti.
O yıllardan sonra kar ve kışlar etkisini yitirmeye başladı. Seksenli yıllarda yaşanan bir şiddetli kışa şahit olduk. Konyalılar bu seksenli yılların sonlarına doğru uzun süreli yağan sulu karların ardından çıkan tipi zaten sulu olan ve elektrik tellerinin üzerinde yığınlaşan karların donması ile gerginlik yaparak birçok demir ve ağaç direklerin kırılmasına eğilmesine yol açmış şehir günlerce ışıksız kalmıştı. Hatta o kışta Hadim Taşkent taraflarında okullarına ulaşmak için yola çıkan yanılmıyorsam iki öğretmen de afat-ı arazi ve tipi şehidi olmuşlardı. O yıllardan sonra kışlarda ve yağan karlarda 25-28 yıldır hafızam beni yanıltmıyorsa çok belirgin bir yağış düşüşü yaşanıyor. Eskiden teknolojinin bu kadar gelişmiş olmadığı cep telefonu televizyon ve bilgisayar gibi çağın teknolojik aletleri henüz insanların aklında bile yok iken bu durumların yaşanabileceğini söyleyen hem de Konya kırsalı köylerde yaşayan bilge kişilerin olduğunu şimdi ancak aklımıza getirebiliyoruz.
Neydi o bildikleri derseniz? Öyle hocalarımız ve akıllı emmilerimiz vardı ki aralarında konuştukları sohbetlerinde şöyle derlerdi “Öyle zaman gelecek ki torunlarımız kar görmeye hasret kalacak, hatta az miktarda yağan karları ellerine alıp “Aaa soğuk bir şey, hem de yumuşak” diyecekler, bu bereket üreten karları tanımayacaklar, demişler de bizler gülmüştük.
1894’lü hoca dedem vardı. O gün için bir akıl almayacak ama akıldan da çıkmayacak bir söz söylemişti, “Zamanla sehillere (sahile) büyük yollar açılacak oralarda sobalı camlardan naylondan evler yapılacak onların içerisinde tomat, hıyar (salatalık ve domates) yetiştirilip insanlara yedirilecek bu açılan yollardan kışı bol olan şehirlere sıcaklıklar akımı gelecek bundan dolayı mevsimlerde değişimler olacak” derdi. O dedem 1977’de merhum oldu. Onun dedikleri şimdilerde hatta daha önceleri zuhur etti, sanki eskiden de böyle imiş gibi olduk. Şimdi bizlerde yetmiş yaşındayız ve “Ah o eski kışlar eski karlar” diyor hasretini çekiyoruz. Şimdilerde bile kurağa ekin ekmiş olan köylüler “Tohum tarlada bozuldu” diye endişeleniyorlar Allah her şeye kadirdir, sonumuzu da hayır etsin. Amin…