Sene 1980. Ziraat Yüksek Mühendisi diploması alalı 2 sene olmuş, doktora çalışmamın da 2. senesi. Bu arada 80 ihtilali olmuş, 1 ay sonra darbeciler kısa dönem askerliğe karar almıştı. Müracaatım üzerine Kasım Ayında Burdur 58. Topçu Tugayında askere alındım. Üniversiteden aynı dönemde mezun olan bazı arkadaşlar mezun olur olmaz müracaat etikleri için askerlik görevlerini yedek subay olarak uzun süreliğine yaptılar. Üniversite mezuniyetim ile hemen doktoraya başlamam, bana kısa dönem askerlik yapma şansını verdi. Kaderin cilvesi, topçu olarak 2. Cihan harbi yıllarında askerliğini 4 sene yapan babam gibi, kısa da olsa ben de topçu oldum. Hafta sonu teslim oldum, haki elbisemi zevkle giydim.
Koğuşumuz 23 adet çifter katlı ranzalardan ibaretti. Bu arada ilk teslimden beri peşime takılan, iki de bir ben sizi bir yerden tanıyorum diyen İstanbullu arkadaş aynı koğuşta, aynı ranzanın alt katına yerleşti. Hiçbir ortak çakışmamız olmayan kimya mühendisi asker beni güvenilir bulduğu için peşime takılmış. Sonradan da çok iyi dostum olan bu arkadaş iş hayatında da çok başarılı oldu.
1. Bataryada başladığımız askerliğimiz 2 ay sonra 2. Bataryada devam etti. İlk komutan ağzı bozuk biri iken 2. Si babacandı. Bir süre sonra bataryayı yeşillendirmeyi teklifim kabul edildi. Değişik meslekte 10 kişilik bir ekip oluşturup, mesleklerine göre iş dağılımı yaptım. O zamanda Türkşeker ’de çalışmam sebebiyle Burdur Şeker Fabrikasından epeyce destek alarak işe başladık. Komutanımız bize inanmış, ne istesek kabul ediyor, ihtiyaçlar için Tugayın dışına bile çıkıyorduk. Bunmayan ihtiyaçlar için askerler arasında işimize yarayanlardan destek alıyordum. O zamanın en güçlü tohum firmalarından birinin sahibi Yahudi asıllı Aron’u komutanın izniyle İstanbul’a göndererek tohum dahi getirttik.
Kısa sürede inşaat ve düzenlemeyi tamamlayarak, bataryaya yeni şekil kazandırdık. Komutanımız bizim için hayli gururlansa da bazılarının dikkatini çekiyormuş. Havuz başında cemaatle, bazen kuru bir yerde namaz kılmamızdan huzursuz olanlar varmış. Onca mahrumiyete rağmen namazının lezzeti bir başka idi. Soğuk, yağmur çamur bizi engellemiyor, çalışmanın ve Peygamber ocağında bulunmanın heyecanı ile hem namazımızı, marşlarla işimizi yapıyorduk. Derken bir akşamüstü gelen bir haberle havuzbaşı namazları yasaklandı. İnanmadık ama gerçek buydu. O geceyi çok zor geçirdik.
Sabah karşı koğuşumuza gelen bir çavuş Karadenizli müftü Hasan hocayı sordu. Ürkerek yatağını gösterdim zira bazı geceler terör intisaplı kişilerin koğuştan alındığını biliyorduk. Hasan Hoca için de çok korkmuştuk. Bir gece önce toplu namaz yasağı, sabah koğuştan alınan bir Müftü. Korktuğumuz olmadı, Hasan hoca içtimaya geç de olsa geldi. Ne olduğunu merak ediyorduk. Hoca yavaşça gece kalp krizinden ölen Tugay komutanına son görevini yaptığını anlattı. Bizim için de zor bir durumdu. Üzüldük. Belki de hiçbir şeyden haberi olmayan komutana yasak kararını vermek zor gelmişti.
43 sene önce askerliğim ve o zaman yaşananları hatırladım. Darbeciler öldü, kaybettiğimiz arkadaşlar var. Bu arada yurtdışından gelenlerin yardımıyla başlattığımız tugay camii inşasının tamamlandığını bizden sonra gelenlerden öğrendik. Şu an bile ezan okunuyor, namaz kılınıyor, çok şükür.
Terhisten yaklaşık 30 sene sonra er olarak çıktığım kışlayı bir Prof. olarak ziyarete ettim. Nöbetçi subayına kendimi tanıttım, çok memnun oldu. Yanıma bir er vererek kışlayı baştan aşağı gezdirdi. Hüzün ve sevinci bir arada yaşadım. Arkadaşlarım, yaşadıklarımız, marşlarımız, soğuk günlerde kütüklüğümüze saklayarak yediğimiz paketli helvalar, Arif ustanın tatlısı, bizden önce yedek subay olarak görevini yapan 2 yıllık üniversite mezunu Halil asteğmenin bize kaprisi, çavuşların bizim ne olduğumuza (er mi, subay mı?) dair karmaşık düşünceleri, hepsi bir arada uzaklara götürdü.
Soğuk, yağmurlu ve çamurlu günlerde sürünülen eğitim alanlarında “eğitimde ter dökmeyen savaşta kan döker” yazılı bez afişi hatırladım. Hüzünle aradım, ancak o sıcak dostları ve dostluğu bulamadım. En büyük sevincim bataryayı yeşillendirdikten sonra tepelere diktiğimiz fidanların yeşermesi oldu. Bugüne bakıyorum askerlik kolaylaştı, askeri vesayetler kalktı, asker kendi işini yapıyor. Nereden nereye geldik, Ordumuz dünya ile yarışsa da eskiden de olduğu gibi bundan rahatsız olanlar hâlâ var.
Bu ülke slogancıların değil, Vatan’cıların yurdudur, onlara da emanettir. Hem de kıyamete kadar.