Kişisel olarak kendimizi sürekli içinde bulduğumuz safsata çeşitlerinden en bilindik olanın adı ‘Ad Hominem’ yani adam karalamadır. Bu safsatanın en kısa tanımı, iddiaya değil iddia edene yönelmek, yani tartışılan konuyu bırakıp sözü kimin söylediğine odaklanarak iddiayı reddetmektir.
Ön yargı dediğimiz illet her mecra ve ortam da kendini destekler nitelikte bir done ya da bir birey bulmakta zorlanmıyor.
Bizlerde sözün doğruluğunu, olması gereken kıvamının dillendirilmesini önemsemeden sözü söyleyen kişiyi görmezden gelerek otonominin oluşumuna çanak tutuyor ve varlığına gayret ediyoruz.
Mevzuu ne kadar mühim olursa olsun yaşadığımız ve yaşattığımız bu kakofoniye çözüm üretemiyoruz.
Ya da üretmek gibi bir derdimiz yok.
Eğri ağızdan doğru söz çıkmaz cümlesini mantık kalıbımızın her bir köşesine öyle bir tutturmuşuz ki, oradan düşmesin diye normalin üstünde ehemmiyet gösteriyoruz.
Tabii ben burada en büyük payı toplumun önde gelen, ekranların silinmez yüzü olan yazar-çizer takımı ve akademik camianın kutsanmış isimlerine ayırıyorum.
Yuvarlık masanın etrafında ya da aradaki mesafeyi göz önünde bulundurarak karşılıklı oturan ve ülke gündemini tartışan, kendilerince çözüm üretmeye çalışan birkaç kişiden bahsediyorum.
Geçenlerde bir televizyon programında yukarıda tasvir ettiğim üzere birkaç kişi hararetle ülke ekonomimizin geleceği üzerinde fikir beyan ediyor.
Ekonominin artısını, eksisini, olması gerekenini, olmaması gerekenini tartışan isimlerin hepsi gazeteci.
Ekranın altındaki başlığa baktım, kişilerin ihtisas alanlarını kontrol ettim ve birkaç dakika dinledim sonrasında da bayağı bir güldüm.
Altını kalın çizgiyle çizerek belli etmek isterim ki insanları küçümseyerek müstehzi müstehzi sırıtmaktan bahsetmiyorum.
Orta Vadeli Ekonomi Programı üzerine gazetecilerin yaptığı yorumların eksik ve hatalı olduğunu, dahası bu programı yorumlayabilmenin azami düzeyde uzmanlıktan geçtiğini dillendirmeye çalışıyorum.
Gelişigüzel belirlenen dikkat dağıtıcı tespitlerden ziyade yalın, akışkan ve iktisadi jargondan kopmadan halkın konuya ilgisini çekecek ve hakimiyetini güçlendirecek bir aktarımdan söz ediyorum.
Bu olmadığı takdirde, birkaç sayfanın içini dolduran onlarca cümlenin, adına program denilen belirlemenin halkın idrakini sakat bırakacak mahiyette tahmin bile edemeyeceğimiz delikler açabileceğini öne koymaya uğraşıyorum.
Tecrübeye binaen elbette birkaç kelam edilebilir.
Ama söylenilen sözlerin bu bağlamda inanın hiçbir kıymeti yok.
Biz bu şekilde bilinçsizce davranmaya devam edersek ‘Ad Hominem’ daha çok kendinden bahsettirecek.
Ve bu durumdan keyif alarak çekip gitmeyi de hiç düşünmeyecek.
Neden düşünsün ki?
Besleyeni, büyüteni, bakanı, el üstünde tutanı olduktan sonra bunu neden yapsın?
Damla bile kendini tamamlayınca damlarmış.
Yani aslında biz adam karalamıyoruz, her şey ayan beyan ortada.
Muktedir olmadığın bir noktada baş olmaya çalışırsan, baş olamadık bari ortasına talip olalım deyip adımlarsan ne idüğü belirsiz kavramları bizim başımıza musallat eder milleti birbirine düşürürsün.
Böyle bir safsata var, en iyisi mi hiç tartışmayayım eğer tartışırsam bütün tabular yıkılır zikriyle araya görünmeyen duvarlar örersin.
Benim bu noktada verdiğim örnek en basiti ve sadece bir tanesiydi.
Bunun daha yapay zekâ ile süslenip, endüstri bilmem kaç nokta sıfır ile yaldızlı hale getirilenleri var.
Anlayacağınız bu safsata dediğimiz sevimsizin içini biz dolduruyor, biz boşaltıyoruz.
Birileri tarafından bize çeşitlilikle sunulmuyor.
Ziyadesiyle biz çeşitlendiriyor, birbirimize bedelsiz bir şekilde buyurun diyoruz.
Nokta.
Bu başlık nereden aklıma geldi hemen onu da dile getireyim.
A Milli Futbol takımımızın müsabakası esnasında.
Tamam da nerden esti?
Alman bir teknik adamın saha içerisindeki yönlendirmeleri, taktikleri ve maç sonucu üzerine diyelim.
Yazının en başına gidelim.
Ne demiştik?
‘Ad Hominem’ yani adam karalama, iddiaya değil iddia edene yönelmek, yani tartışılan konuyu bırakıp sözü kimin söylediğine odaklanarak iddiayı reddetmek.
Selâmetle…