Kızılderililerle beyazlar arasında uzun ve yorucu bir savaş sonrası kundakta olan bir bebek dışında kabilenin tümü öldürülür. Kurtulan Bebek beyaz adam tarafından alınır ve evlat edinerek eve getirir.
Bebeği eve getiren ailenin yeni doğmuş ve ölmüş kızından dolayı anne bebeği emzirir ve büyütür. Üç oğlu olan ailenin böylece bir de kız evlat sahibi olması ile tüm aile sevince boğulur. Kızın Kızılderili olduğu sadece anne, baba ve bulunduğu anda yanlarında olan bir beyaz tarafından bilinir. Bu arada aile reisi bir Kızılderili baskının sonucu öldürülür, böylece erkekler müthiş bir Kızılderili düşmanı olarak büyürler. Bu arada kızın evlat edinildiğini bilmekte ancak Kızılderili kökenli olduğunu bilmemekteler.
Aradan yıllar geçer, ailenin üç yiğit delikanlısı, beyaz geleneklerine göre yetişen güzeller güzeli bir kız olur. Bu 20 sıkıntılı yılda iyi bir aile ortamında mutlu bir hayat sürerler. Aile yoksul ama onurludur.
Bu bir Amerikan kovboy filmidir. Hep yazarız ve de söyleriz. Bizim kuşak kovboy filmlerinin heyecanlı sahneleri ve kurgularını seyrederek büyümüştür. Filmlerdeki kovboy düelloları ve vuruşmaları, at hırsızlarının asılması, banka soygunları gibi hareketli sahneler ile ritimli müzikleri çok hoştu.
Gençlik yıllarımızda zevkle izlediğim bu filmleri son 10 yıldır yanıp dönüp tekrar izliyoruz. Tekrar izlemenin sebebi filmden ziyade içeriğidir. 1850-1900 yılları arasında Amerikan sosyal hayatına, yaşananlara ve o sapkın yıllardan gelinen bu günlere daha analitik ve hayıflanarak bakabiliyoruz.
At hırsızı, düellocu, katil, soyguncu, ırz düşmanı bir toplumdan elinde İnciliyle dinini yayan bir papaz ile göğsünde yıldızı, belinde silahıyla şerifin adalet mücadelesinden nasıl bir organize toplum doğar. Öte yandan, yüz yıllar süren kan davası yerli-beyaz savaşından sonra Kızılderililer ile beyazların barıştığını, kalkınma hamleleri, zengin ve organize bir topluma geçiş ve dünya hâkimiyetindeki sır iyi anlaşılmalıdır.
20 yıl sonra kızın Kızılderili olduğu ve aynı zamanda kabile Reisinin kızkardeşi olduğu ortaya çıkar. Beyazlara göre bu bir suçtur ve tüm kötülükler, ölümler, kavgaların sebebi zavallı bu yerli kızdır. Beyaz aileyi tüm dostları terkeder ve de suçlar.
Kabile Reisi kız kardeşini barışçı yollarla istese de bir türlü bunu başaramaz böylece kızı büyütenler ile gerçek ailesi arasında yerli abinin önderliğinde bir mücadele başlar. Mücadele giderek kızışır, bir kısmı kızın kabilesine gönderilmesini istese de ailenin iki oğlu ve annesi bunu kabul etmez ve kızı sahiplenir. Filmin bu bölümü merhametin ve adaletin doruğa çıktığı yerdir.
Beyaz aile ve yerli kabile arasındaki mücadelede Kız kankardeşi yerine kendisini sahiplenen aile yanında yer alır, öz kardeşi ile karşılaşır ve onu öldürür. Böylece gerçek aile siyah-beyaz, zengin-fakir, kürt-türk ayrımında değil birbirine sevgi ile kenetlenenler arasında olduğunu görmektir, denir.
Bu tür sahneler insan ve devletlerin hayatında çoktur. Tarihi gerçeklere rağmen, beyaz ailenin Kızılderili kızı sahiplenmesinde kime karşı olursa olsun verilen doğru mücadelede sevgi ve aile bağlarının sağlamlığı yetmekte olduğu tüm çarpıcılığı ile ortaya çıkmaktadır.
Bize ne oluyor da bin yıllık ortaklığımıza rağmen Kürt-Türk ayrımcılığı hortlatılıyor. Kan davası bastırılan ülkeler daha gelişmişliğe ve ileri demokrasilere götürülürken, bizlerde geri getirilmeye çalışılıyor.
Bin yıldır Kürtlerle Türkler ne zaman savaşmış, ne zaman soykırımı yapmış da bugün öküz altında buzağı aranır olmuş. Cumhuriyetin ilk yıllarında küçük çapta isyanlara bağlı olarak Doğu da bazı zulümler yapılsa da bunun tasvip edilmediği ve yanlışlığı her aklı başında Türk tarafından da kabul görür. Osmanlıyı yıkan ırkçılık belası neden hortlatılmaya çalışılır, soralım. Hedef, son ve ortak ülke Türkiye mi yoksa asla.
Bakarmısınız, “Vatan sağlığa benzer, değeri kaybedilince anlaşılır” diyor Süleyman Nazif.