Bu millet, dünden bugüne binlerce badireyi atlatarak ve binlerce dâhilî ve haricî hıyanet şebekeleriyle boğuşa boğuşa, günümüze kadar mevcudiyetini koruyabilmiştir ama o, şimdi, bitkin gibi görünse de bitiremeyecekler Allah’ın izniyle…
Doğudan batıya zulümlerin işlendiği, mazlumun hor görülüp zalimin alkışlandığı; süper devletlerin kendi çıkarları hesabına, yeryüzünü anarşiye devir ve teslim edip, kargaşa ürettikleri bir dönemde, dengemiz sağlam kalır mı?
İnsanoğlunun huzur dengesinin bozulduğu öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, düzeltebilene aşk olsun. Tarih kitaplarında ilkel çağdan, tunç çağından söz ederiz ama onların yaşadıkları ne kadar gerçektir bilinmez, bizler daha ilkel bir hayatın içine sürüklendik…
Oysa medeniyet adına sözü edilen her ne varsa, teknoloji adına sözü edilen her ne varsa, bunların tamamı insan hayatının kıyımına yönelik… En basiti cep telefonu, çakmak, elektronik her türlü küçük cihazlar bile elimizde patlıyor, can alıyor ya da sakat bırakıyor.
Hani zaman zaman bir sohbet ortamında: “Ah be Osmanlı! Neredesin? Gel de bir sus de şunlara! Yaramazlık yaparsan, senin kulağını çekerim!” De… Deriz ya hani… Deriz değil mi? Ben diyorum şahsen o atalarımla gurur duyarak…
Osmanlı varken, Amerika neredeydi? Rusya, İngiltere, Fransa neredeydi? Ah be Osmanlı, sen yoksun diye kimler cirit atıyor dünya arenasında, bir bilsen! Suriye, Irak, İran, Mısır, Libya, Suudi Arabistan söz sahibi olacaktı öyle mi? Senin torunlarını köle gibi çalıştırıyorlar şimdi…
Dünyada adalet unsuru olabilecek bir milleti, kendi elimizle bitirip tüketmiş olmanın hasretini bir kere daha çektik... Bu millet henüz bitmedi, umutlar bitmedi… Filiz verdi şimdilerde… Az kaldı dış ve iç mihrakların kalleş oyunları…
Evet, bütün bir tarih boyu, ardı arkası kesilmeyen kinlere ve nefretlere maruz kaldıktan sonra, yenidünyanın çeşitli ideolojik silahlarla hücuma kalkıştığı ve onu tüketmek için, tüm dış ajanların bir tek cephe hâline geldiği şu karanlık günlerde, onun kalp ve ruhuna sahip çıkma mecburiyetindeyiz.
Yoksa arenalardaki kanlı kavgalara benzer hâlihazırdaki bu durumun, daha ciddî ve daha endişe verici korkunç şeylere inkılap etme ihtimâli vardır.
Uzun asırlar Avrupalının vicdanında sadece kin ve nefret hisleri uyarıldı ve cennetin esrarlı anahtarları diye İslâm dünyasını ve hususiyle bu dünyanın batı karşısında son karakolu olan bu yüce milleti kana, irine boğma yolu gösterildi.
Bu ise, sadece muvazene unsuru olabilecek bir milletin yok olmasıyla kalmayacak; belki içtimaı coğrafyada birbirini takip eden ciddi değişikliklere de sebebiyet verecektir.
Dünyanın belli bir bölümünde, böyle bir çöküşe sebebiyet vermenin tarihî mesuliyeti ise, o baş yüce milleti, kendi tükenişiyle baş başa bırakanlara ait olacaktır.
Bugüne kadar bin türlü ölüm kalım mücadelesiyle varlığını devam ettirerek ve bundan sonraki varlığını kurtaracak hem kendi hem İslâm dünyası hem de devletlerarası dengeyi koruyacak tarihin kendinden beklediği yüce vazifeyi yine ifa edecektir, inanıyorum.
Selam ve muhabbetle…