Günümüz edebiyatımızda roman türündeki kitap sayısı, hikâyelere göre daha az olsa da iyi romanlar okuyoruz, yığılma yok bence. Misal, ödüllü genç romancımız Mahmut Coşkun, epeydir sesi soluğu çıkmayan, yeni kitabını dört gözle beklediğim bir kalem.
Coşkun; umut vadeden, parlak bir romancımız, her romanı ile yazarlığını ileriye taşımaya aday, lâkin üç yıldır yeni romanını çıkarmadı; vakti geldi yeni romanın yani. O halde üç yıl evvel İz’den çıkan ‘Başka Biri Olmanın Romanı’nı hatırlayalım mı? Birkaç gün bu roman hakkında konuşalım, belki uğur getirir, Mahmut Coşkun’un yeni romanı önümüze düşüverir, ne dersiniz?
1989 Yozgat doğumlu Mahmut Coşkun, İstanbul’da yaşıyor. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği okuduktan sonra “Roman Kurgusu ve Tekniği” üzerine lisansüstü eğitim almış. MEB’de öğretmenlik ve idarecilik yapan Coşkun’un ilk romanı ‘Yakarım Gül Satanlar Bahçesini’ ile TYB Roman Ödülünü aldı. Genç bir gazeteci ile iki arkadaşının hayat mücadelesini anlatmıştı bu romanda. Buradaki konuyla bağlantılı olarak bilgi veren makaleler, Mahmut Coşkun’un sadece kurguya dayalı metinler değil, düşünce yazılarının da üstesinden başarıyla geldiğini edebî kamuoyuna gösteren somut bir delil oldu.
Çok yönlü bir genç yazarla karşı karşıyayız… Yaratıcı yazarlık atölyelerinde dersler veren Coşkun, önde gelen edebiyat dergilerinde toplumsal ve edebi konulardaki yazılarını da sürdürüyor. İlgi alanının geniş oluşu romanlarının sadece bir roman olarak okunamayacağı ve değerlendirilemeyeceği, başta sosyoloji ve psikoloji olmak üzere çeşitli bilim dallarında yan okumalarla desteklenmesinin gerekli olduğunu gösteriyor.
İlk romanında ağırlıklı olarak dostluk, özlem gibi bireysel konuları merkeze alan Mahmut Coşkun ikinci romanı ‘Başka Biri Olmanın Romanı’nda; aile kurumu başta olmak üzere akademinin sorunlarını, toplumsal ilişkilerdeki dayatmaları ve menfaatçiliğin yaygınlaşması sorunsalını masaya yatırıyor. Dünyanın, insanı şekillendirmesine ve dayatmalarına, önyargılara “Agâh Yılkı” karakteri ile bir reddiye sunan Coşkun, özgürce düşünmenin ve kendi fikirleri ile var olmanın insan hayatında ne denli önemi haiz olduğunu üstüne basa basa vurguluyor ‘Başka Biri Olmanın Romanı’nda.
İnsanı insan yapan erdemlerin mücadelesini verenlerin ne gibi sorunlarla karşılaşacaklarını da gösteren genç romancımız aile kavramına hiç alışık olmadığımız bir tavırla dikkat çekiyor; toplumun ayakta kalabilmesi ve kalkınması noktasında bu kurumun ele geçirilebilir en kolay ve etkili müessese olduğunu, dolayısıyla en başta aile konusu üzerinde durmamız gerektiğini savunuyor.
Aile, toplumun temel çekirdeği ve elbette oldukça önemli bir konu. Diğer kurgu yazarlarımızın aileye yaklaşımlarına baktığımızda iki damardan akan bir tutum göze çarpıyor. Hikâyeciler, roman yazarlarımıza göre aileye daha büyük bir önem atfediyorlar, hassaten ‘baba’ figürünü olumlu gösteren naif bir dil kullanıyorlar. Romancılarımızda ise aileye ağırlıklı olarak uzak duran, özellikle babayla problemlerin ön plana çıkarıldığı katı bir ele alış gözlemliyoruz. Örneğin; Fatih Baha Aydın ikinci romanı ‘Karanlıkta’ da “aile bir cehennemdir” tezi çerçevesi dahilinde özellikle babayı evladına zarar veren, evlatların babalarını görmek ve hatırlamak istemedikleri şekilde olumsuz bir tip olarak çiziyor. Romanın kahramanı Deniz’in yaşadıkları üst perdeden okura aksettirilir, ailenin açtığı yaralar bir ömür boyu taşınır, nihayetinde Deniz intihar etmek zorunda kalır.
Mahmut Coşkun’un ‘Başka Biri Olmanın Romanı’nda da aile önem verilmeyen, hatta ailesizliğin, kimi kimsesi olmamanın bireyi özgür kılan olumlu bir durum olduğu gösterilir son ana kadar. Neyse ki romanın final bölümünde kahramanımız Agâh Yılkı’nın iç dünyasındaki bastırmak zorunda kaldığı gerçek duyguları ortaya çıkar. Mahmut Coşkun kahramanlarını okura yansıtma şekliyle de aileye olumlu yaklaşım sergileyen yazarlar tarafında konumlandırır kendini. Örnekler fazla, bu kadarla iktifa edeyim, romana yarın devam edelim.