Akasya hoş bir ağaç, dost bir ağaç. Halden anlayan, sabırla dinleyen, haldaş olan, sırdaş olan, gönüldaş olan bir ağaç. Hele o akasyanın altında oturacak bir masa, birkaç da sandalye varsa, birde yakınında çay ocağı oldu mu, değme gitsin!
Derdini hiç kimseye anlatamayanlar, derdini hiç kimseyle paylaşamayanlar ne yapıyorlar dersiniz?
Oturuyorlar akasyanın altına…
Ellerinden bir bardak çay!
Dinle akasya diyorlar!
Sana da derdimi anlatmazsam kime anlatayım!
Dinliyor akasya….
Arada hafif bir rüzgar…
Akasyanın yapraklarının sesi, anlat, ben buradayım, yanındayım diyor insanların anlayacağı bir şekilde…
Akasya bu kadar çok şeyi bilir, şahit olur amma, bilmesi gerekenler bilmez, görmesi gerekenler görmez, duyması gerekenler duymaz!
Akasyanın altı, esnaf kardeşlerimizin de, işsizlerinde, borcu-harcı çok olanların da, derdine derman arayanlarında sığınağıdır...
İşte onun içindir ki, özellikle esnaf kardeşlerimiz şöyle diyorlar;
Akasya bizi bilir, biz akasyayı!
*****
Her sabah akasyanın altında toplanır insanlar. Akasya onları bekler dört gözle. Her birini tek tek tanır, bilir. Yeni gelenlerle tanışır. Akasyanın altına derdi olmayan gelmez zaten!
Bir dokun bir ah işit meseleler dökülür ortaya…
Akasyanın altında enflasyon konuşulur,
Gündem konuşulur,
Siyaset konuşulur!
Vefa konuşulur!
En çok ta, içinden çıkılamayacak birçok mesele…
Onlar konuşur, akasya dinler sessizce, yazar bir tarafa, not eder, not düşer!
Mesela Akasyayı siyasiler bilmez!
Keşke bilselerdi!
Siyasilerimiz sağ olsunlar,
Uzun uzun kavakları bilir,
Salkım söğütleri bilir,
Asırlık diye çınarları bilir,
Gölgesi güzel diye çam ağaçlarını bilir.
Akasya ara yerlerde, cadde kenarlarında yeşillik olsun babından bir ağaç mesabesindedir adeta…
Zaten bilseler, akasyanın dertlere derman oluşunu, şehri güzelleştiriyoruz diye, ilk önce akasyadan başlarlardı kesmeye diyenlerde az değil.
*****
Akasyaların altı, çaresizlerin, derdine çare arayanların, efkârlananların buluştuğu mekanlar.
İnsanların ne derdi var diye merak edenler arada bir akasyalarım altını gözlemlesinler.
Ben geldim, ben geliyorum diye haber göndermeden!
Sessizce,
Kendiliklerinden,
Çünkü Akasya;
Kim ne konuşur?
Kim ne konuşacak?
Kimin niyeti ne?
Kim yalancı?
Kim üst perdelerden atıp tutuyor?
Kim hakikatlerin peşinde?
Kim candan dinliyor?
Kim dinler gibi yapıyor?
Kim anlattıkları bitse, kalksa da gitse havasında?
Gelişinden, oturuşundan, ağzının çalımından bilir!
*****
“Akasyalar açarken” şarkısını hatırlar mısınız?
Güftesi ve bestesi rahmetli Yesâri Asım Arsoy’a ait olan o Hüzzam şarkıyı…
Bütün hüzzam şarkılar hüzünlü şarkılardır. Hüzün yüklüdür, dert yüklüdür.
Birkaç yıldır akasyalar açarken, akasyaların altında oturanlarda akasyanın umut dolu beyaz çiçeklerine bakanlar umutlandılar, bizimde bahtımız açılsın, şansımız açılsın, çarklar dönsün, yüzümüz gülsün dediler.
Önce çarklar ellerinde kaldı. Sonra zor-şer tekrar doğruldular.
Bu arada akasyalar bir daha çiçek açtı, akasyalar açarken son bir gayret bir daha doğruldular!
Mal aldıkları yerler yüzde yüzün üzerinde zamlar yapmıştı. Yetişemediler o fiyatlara, kara kara düşündüler durdular. Akasyalar açarken, Akasyaların altında oturup kalakaldılar.
Başları döndü. Umutları söndü!
Derin bir hayal kırıklığı daha yaşadılar hep birlikte…
Akasyanın altı, “Dertleri zevk edindim kendime, bende neşe ne arar” diyenlerin mekânı oldu!
*****
Akasya dert küpü misali, dert babası misali oldu, dinlediklerinden…
İnsanların bir derdi mi var?
Hali ahvalleri nasıl mı?
Dayayın sırtınızı akasyaya, dinleyin konuşulanları…
O anlatılanlarda yalan yok!
Abartma yok!
Durum neyse olduğu gibi o…
Her şey ortada deniyor ya hani…
Her şeyin ne kadar ortada olduğu akasyanın altında!
Çünkü, insanların gölgesine sığınacağı, derdini paylaşacağı bir tek akasyanın altı kaldı!