Konumuz olan “VERMEK”, kendinde, kendinin olanı fedakarlıkta(!) bulunarak başka birine aktarmaktır. Vermeyle eksilmeyen bir durum. Zaten eksilmediği için insanlara kolay gelir. Ego tatmini için en kolay yoldur. Yetki versen başarısız olan ama meydanı boş buldu mu bol keseden sallayandır akıl veren. Akıl öğretmek zanneder görevini... Yıldızlar gibi yol gösterici olduğunu sanır.
Başkasının işine burun sokmaktır biraz da. Genelde de istenmeden, talep edilmeden telkinde bulunmaktır. İstenmeden verilen bu akıl, dozu, zamanlaması, ifade şekli patavatsız olursa ukalaca algılanır. Bir kişiye yanlışını söylemek, ona doğruyu anlatmak ve bunu yapmasını istemektir akıl vermek. Toplumda bilgi ve tecrübe eksikliğinden kaynaklanır. Tecrübe bilgiye göre daha göreceli, soyut bir kavramdır. Hele bu akıl verme işi üçüncü kişilerin yanında olursa aklı veren kendini Kaf dağında sanırken, aklı alan(!) yerin dibine girdiği hissine kapılabilir.
“Ben bilirim… Ben senden iyi bilirim… Benim bilgim, tecrübem, zeka seviyem, algı düzeyim, basiret açıklığım vs. sendekinden daha fazla… zevklerim seninkinden güzel…” gibi hissettirir kendini akıl verende. Altında “sen bu işten anlamazsın benim dediğim gibi yap” manası yatar. Bilinçaltında belki eziklik hissettirmek gibi bir art niyet olmayabilir. Ancak verilen aklın karşıdakini sıkması “kendi şartlarına, tarzına, mantığına, duygularına uymuyor” olmasındandır. Aklı veren kendi verdiği akla uyabilir, uygulayabilir. Fakat akıl verilen için çeşitli nedenlerle uygulanamıyor olabilir. “O akıl verdiğin şey, benim aklımda var, belki bana uymayan tarafları için uygulamaya geçemiyorum” düşüncesi vardır perde arkasında.
İnsan zaman zaman akıl sorar, fikir alır, muhtelif zamanlarda bu ihtiyacını güvendiği kişiye aktarır. Akıl veren çoğunlukla aradaki samimiyet derecesine aldırmaz. Yardımseverlik(!) örneği gibi göstermeye çalışılır akıl veren. Böylece kendini vicdanen de rahat hisseder. Akıl vermek denen kavram, akıl verende öyle bir özgüven oluşturur ki karşısındaki insana her zaman deve-cüce oynatabileceği hissine kapılmasını sağlar. “Otur dersem otur kalk dersem kalk… Ben ak diyorsam bu aktır, ben kara diyorsam bu karadır. Ben yarın buna yine ak diyebilirim. Sen bilmezsin ben bilirim. O yüzden ben ne diyorsam odur” demek istiyordur. Bu özgüven sadece etiketinden gelir. Kendini çoban, karşısındakini koyun olarak algılar. Kur’an-ı Kerim’de onlarca “akıl” ile ayet olmasına rağmen karşısındaki pısırıkta akıl verene fırsat vermiş olur. Karşısındakini kırmak istemezken silik bir kişilik arz eder. Kendini etken, karşısındakini edilgen görür. Önerilerine itibar edilmezse karşısındakini daha pısırık hissettirir. İndirgenmiş kişilik, şahsiyet, karakter kendini kabul ettirmek için daha çok işine gelir.
Akıl verenin vicdanı hep rahattır. Bilinçaltında durumlara olabilecek en kötü örnekleri verir. Kendisinin çizdiğinin haricindeki yol haritalarının uçurum olduğunu anlatır. Felaket tellallığı yapar. Sonuç kötü olursa “ben demiştim” demek için zemin hazırlar. Herhangi bir kötü sonuç olmazsa zaten problem olmayacaktır. Eleştirir... Yapıcı değil yıkıcıdır. Pozitif değil, negatif enerji yayar. Ama bilse karşısındakinin “kelin ilacı olsa kendi başına sürer” demek istediğini. “Sen düşünmek için zahmet etme, ben senin yerinede düşünürüm” felsefesi ruhunun derinliklerindedir. Akıl veren ile akıl verilen bazen birbirlerini öyle bulurlar ki çevredekiler “tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” derler. “Kellerle yağırlar, birbirini ağırlar” veya “körlerle sağırlar, birbirini ağırlar” sözü bunlar için söylenmiştir. Konuyu basitlikten uzaklaştırıp, karmaşıklaştırıp kendilerini “bu bir şeyler biliyor” seviyesine yükseltmeye çalışırlar. “Ben o yollardan geçtim, bana güven gerisini merak etme sen” demek istiyordur.
Karşısındakinin beynine zerre miktar güvenmez. Halbuki akıl verme teşebbüsünde bulunan bilse ki “akıllıya akıl verilmez, cahilede akıl kar etmez”. Boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz. Bir süreliğine karşılıklı beyin transferi teklif etmektir akıl vermek. Süresiz vermeye cesaret edemez. Akıl verme ukalalığında bulunanlara o fırsatı birazda çevresindekiler verir… Böyle davranmaları için bilinçaltında tahrik ederler.
Kavga iki kişi arasında olur. Biri hep vuruyor, diğeri hep kum torbası gibi duruyorsa, bırak saldırıyı savunma dahi yapmıyorsa onun adı kavga değildir. Aklı veren kendi bakış açısından kendi doğrusunu verdiği için kendisine göre mutlak doğru odur. Aksi olmadıkça akıl alan verene “bana biraz akıl verir misin” demez. Karşısındakinin beynine zorlamayla sokulmaya çalışılır.
Leküm diniküm ve liye din… “Senin dinin sana, benim dinim bana” gibi “senin aklın sana benim aklım bana” olmalıdır. Saygı… Bana neyi, nerde, ne zaman, nasıl yapacağımı veya yapmayacağımı söyleyip-söylemeyeceğimi söy-le-me… “Haddini bil” diye seslendirmesem de sen yine de haddini bil…
“Akılları pazara çıkarmışlar herkes kendi aklını bulup beğenip almış”... Farkında olmasak da bu böyledir. Eğer birine akıl verilecekse kalanı iyi hesaplanmalı ki, yetmiyorsa, riske girilmemeli. Olur ya sonra ofsayta düşülebilir. Verebiliyorsan karşındakinin ihtiyacı olan neyse onu ver. O da genelde akıl olmaz. “Nasihat; zamanında taze yenmemiş bir ekmeği, başkasına bayat yedirme denemesidir.” Pek de yol göstermek gibi masum değildir. “Hayat yediğin kazıkların bileşkesidir” sözünden hareketle bu kazıkların tecrübesini aktararak başkasının zarar görmesini istemez güya. Altında “sen bu işten anlamazsın benim dediğim gibi yap” manası yatar. Yol göstermek ise daha çok “onun yerinde olsaydınız siz ne yapardınız”dır.
İnsanlar, olmadık şeylerde akıl vermeyi sever. “saçlarını kestir”, “bu bıyık sana yakışmamış, kes” diye emir kipiyle konuşanlar bazen şapa oturmuş gibi cevap alır. O saç senin kafanda, o bıyık senin yüzünde değil. “Ben kestirdim, çok rahatmış. Eğer kestirmeye niyetlenirsen, tereddüt etme” dese anlarım.
Elbette, akıl akıldan üstündür. Açık seçik müdahaledir bu. Konuda uzman veya deneyimli biri akıl verirse, bu bir yardımdır. Fikir sorduğumda söylerse, bu da yardımdır. Bunun dışındakiler sadece burun sokmaktır. Sormamışım veya fikrini alma teşebbüsünde bulunmamışım. Verdiğin akıl; benim şartlarıma, benim tarzıma, mantığıma, duygularıma uymuyor olabilir. Sen uygulayabilirsin, ben çeşitli nedenlerle uygulayamıyor olabilirim. O akıl verdiğin şey, benim aklımda var, belki daha iyisi var... Bir şeyler yapmak için çaba harcarken; etraftan biri “öyle yapma, öyle söyleme; şöyle yap, şöyle söyle” gibi akıl verir...
Akıl vermeye iten sebepler:
Zenginlik: Para, mal, mülk zengini olan; maddiyatı az olandan kendini üstün görürken, maddiyatının fazlalığının sebebini sadece akıl, zeka olarak görme ukalalığıdır.
Yakışıklılık: Fiziki cazibeden dolayı ilgi odağı olmanın şaşkınlığı. Bu mesela sanatçılarda olur. Kendine mikrofon uzatıldığı zaman tarihi, iktisadi, siyasi pek çok konuda ahkam keser.
Yaşlılık: Yaşlı olunca her şeyi bileceğini sanma psikolojisidir. Hayatı boyunca hiç ilgilenmediği, anlamadığı konulara bile teğet geçen tecrübesi olduğunu sanır.
Makam-Rütbe: Parasal fazlalıktaki gibi makam yüksekliğini akılla ölçme gafletidir. Halbuki o makama layık olmadığı halde, sadece siyasi yalakalık-dalkavukluktan dolayı bile getirilmiş olabilir.
Ansiklopedik Bilgi Ezberciliği: Dağların yükseklği, nehirlerin uzunluğu, periyodik-logaritma tablo ezberciliği veya matematiksel problem çözebilme yeteneği olanın her bir haltı bileceğini sanması. Konuya materyalist ruhla yaklaşmaktan kaynaklanır.
Ey akıl veren! Dur bir düşün önce…
“Sen bana akıl verecek yaşta mısın?”
“Sen bana akıl verecek başta mısın?”
“Sen bana akıl verecek makamda mısın?”
“Sen bana akıl verecek yapıda mısın?”
İnsan biyo-psiko-sosyal bir varlıktır. Toplum içinde iletişim ihtiyacı hisseder. Bazen etken, bazen edilgendir. Karşılıklı anlayış, hoşgörü, tevazu bu dünyayı daha yaşanılır hale getirir. Huzur bizimle olur. Akıl veren ne kadar iyi niyetli olsa da gereksiz nasihatlere girmez ise akıl alanda alttan almak-acizlik sınırını dengeli ayarlarsa karşılıklı muhabbet o kadar hoş olur.