Haccın, bu vazifeyi yerine getirenlerde mükemmel bir şekilde tesirini gösterebilmesi ve hacdan dönüşünde layık-ı veçhile İslâmiyete uyabilme şuuruna erebilmesi için, bilhassa iki bakımdan hac bilgisine sahip olması gerekir. Birincisi, Hazret-i Mevlânâ, haccın sıradan bir faaliyet olmadığını dile getirmektedir. Nitekim Mevlânâ Hazretleri, haccı şöyle anlatır: “Hac, aklın ötesinde bir aşk mevzusudur.”. Aşk nedir? diye kendisine sorulduğunda, “Aşkı tatmayan bilmez.” diye cevap vermişlerdir. Yani aşkı kelimelerle anlatmak mümkün olmadığı gibi, haccı da kelimelerle dile getirmek zordur. Ancak yaşamakla anlaşılır. İkincisi, İmâm-ı Gazâlî, şeytana atılan yedi taşın boşu boşuna atılmadığını belirtir. Her taş atışta Allahü teâlâ’ya söz verilir. Hacı adayı, birinci taş atışta “Yâ Rabbi! Mal sevgisini terkeceğim”, ikinci taş atışta “Yâ Rabb! Makam sevgisini terkedeceğim”, üçüncü taş atışta, “Yâ Rabbi! Kibri terkeceğim”, dördüncü taş atışta “Yâ Rabbi! Yalanı terkedeceğim”, beşinci taş atışta “Yâ Rabbi! Gıybeti terkedeceğim”, altıncı taş atışta “Yâ Rabbi! Zinayı terkedeceğim” ve yedinci taş atışta “Yâ Rabbi! Nemimeyi terkedeceğim” diye söz verir. Hacdan dönüşte sözünde duran kişi, âdetâ melekleşir. Bu yüzden din düşmanlarının ve din cahillerinin hacıların yanlış davranışlarını, İslâmiyete mal etmeleri son derece insafsızlıktır.
Hac, lügatta, kasd etmek, yapmak, istemek demektir. İslâmiyette, belli bir yeri, belli bir zamanda, belli şeyleri yaparak ziyaret etmek demektir. Aklını rehber edinmiş reformist bazı kişiler, haccın havaların müsait olduğu bir zamanda yapılmasını ve hatta haccın vaktinin sabitlenmesini bile söylemektedir. Halbuki ibadet, emir olunanı emir olunduğu şekilde yapmaktır. Allahü Teâlâ’nın emrettiklerinin, ahkâm-ı şer’iye’ye göre, emrettiği şekilde yapılması gerekir.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), zamanından önce, Mescidülharâm’ın dıvarları yoktu. Kabenin etrafında, bir meydancık ve sonra evler vardı. Halife Ömer, evlerin bir kısmını yıktırıp, Kabenin etrafına, bir metreye yakın yükseklikte dıvar çevirerek, Mescidülharâm meydana geldi. Mescidülharâm, muhtelif zamanlarda yenilenmiştir. Son şekli, Kâbe-i muazzama’nın onbirinci tamiri ile birlikte, 17. Osmanlı padişahı dördüncü sultan Murad tarafından 1635 yılında yapılmıştır. Şimdi Vehhâbîler, genişletmek bahanesi ile, o tarihî islâm eserlerini yıkıp, yok edip, yalnız maddî kıymeti fazla şeyler yapıyorlar. Kabe-i muazzama’ya saygısızlık edip, ondan daha yüksek binalar, oteller yapıyorlar. Nitekim hacca gittiğimde Mekke’deki tarihî ecyâd kalesini görmüştüm. Daha sonra umreye gittiğimde maalesef yerine yıkılıp otel yaptıklarını gördüm.
Zemzem kuyusu, Mescidülharâm içinde, Hacer-i esved köşesi karşısında ve köşeden ondörtbuçuk metre uzakta bir odada olup, 1,9 metre yüksek olan taş bileziği vardır. İikibuçuk metre kutrundadadır. Bu odayı, İstanbul’da Beylerbeyi camiini yaptırmış olan birinci sultan Abdülhamîd yaptırmıştır. Tarihin kıymetli yâdigârı olan bu güzel sanat eseri 1963 yılında, Vehhâbî yönetim tarafından yıktırılmıştır. Kuyu ağzını ve birkaç metre çevresini, yeryüzünden birkaç metre aşağı indirdiler. Yine hacta tavaf ettikten sonra zemzemden istifade etmek mümkün iken, umrede iken maalesef bu zemzem mahallinin tamamen kapatılmış olduğunu müşâhede ettim.
Ehl-i sünnet itikâdına sahip olan ve islâmiyete hizmet etmeyi şeref bilen ecdâdımız, dünyanın bir çok yerinde harika sanat eserleri yaptırmışlar ve İslâmiyetin günümüze kadar gelebilmesini sağlamışlardır. Onlara ne kadar teşekkür etsek, yine azdır.