Batı dünyasındaki adı Hagios Khariton Manastırı adıyla anılan Sille’deki manastırın turizme açılması Konya turizmine büyük katkı sağlayacaktır. Danimarkalı Carsten Niebuhr, 1766 yılında bu manastırı ziyaret ederek Hıristiyan dünyasına yayımlamıştır. Değerli tarihçimiz Semavi Eyice manastırla ilgili etraflı bir eser yazmış olup Batı’da büyük yankı uyandırmıştır. Hücreleri, şapelleri, yeraltındaki suyu halen bulunmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nce askeri birliğin içinde olması nedeniyle korunmuş olması Konya için büyük şanstır. Bu konuda Sir. R.W. Ramsay yayımladığı eserde manastırın etrafında bir cami olduğunu ve bu camiye Mevlevi dervişlerinin başı olan Çelebi Efendi’nin her yıl zeytinyağı vakfettiğini yazmıştır. Müslümanların bu manastıra saygı duyduğunu yazan Prof. Dr. Semavi Eyice, bu saygının çelebilerden Celalettin Efendi’nin oğlunun manastır civarındaki uçurumdan düşerken Aziz Khariton tarafından kurtarılmasına bağlamaktadır. Mevlana Celalettin’in her yıl bir gün burada kaldığı ve gününü mescitte ibadetle geçirdiği yazılıdır. Manastırın diğer bir adı ise Eflatun Manastırı’dır. Deyri Eflatun ve Platon’un Manastırı da denmektedir. Konya’daki Eflatun Pınarı buna örnektir. Eski bir efsaneye göre; Konya ovası eski bir iç denizken Platon’un burayı kuruttuğu Evliya Çelebi’nin eserinde belirtilmiştir. Buradaki Aleaddin Tepesi üzerindeki kilise, Eflatun Rasathanesi olarak bilinen kilise olup daha sonraları üzerine saat kulesi olarak eklenen yapısıyla hizmet vermiş, İstiklal Savaşı sonrasında yıktırılmıştır. Manastırın kitabeleri Konya Arkoloji Müzesi’ndedir. Manastırın bir tamiratının Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Mesud II tarafından yapılması o dönemdeki ibadet özgürlüğüne verilen değerdir. Düz bir cephede manastırın üstünde kayalara oyulmuş el işareti, haç işareti ve çekiç işareti vardır. Avlunun yan tarafında ayazması mevcut olup Eflaki’nin anlattığına göre; Mevlana buraya gelmiş ve bu su sarnıcında yedi gün yedi gece soğuk su içerek yaşamış sonra hiçbir şey olmadan ayrılmış olması bu ayazmanın suyunun kutsallığına değer katmıştır.
Akmanastır’ın yaşlı bir rahibi ziyarete gelen Müslümanlara çok saygı duyar, ilgi gösterir sohbet edermiş ve Mevlana’nın torunu Arif Çelebi (öl. 1320)’nin anlattığına göre; Bir gün arkadaşları, “Sen, Mevlânâ'yı nasıl gördün ve nasıl bildin?” diyerek ondan bu itikadının sebebini sordular. Rahip dedi ki : Siz onun kim olduğunu ne biliyorsunuz? Ben ondan hadsiz kerametler, birçok mucizeler görmüş ve onun candan bir kulu olmuşum. Geçmiş peygamberlerin hayatlarını İncil'de ve onların kitaplarında okumuştum. Hepsini onun mübarek zâtında müşahede ettim ve onun hakikatine iman getirmişim. Yine bir gün burayı şereflendirmişti. Kırk güne yakın bir hücrede halvet itti. Halvetten çıktığı vakit onun mübarek eteğini tuttum ve, “Yüce Tanrı Kur'an-ı Mecid'de, ‘Sonra onlardan Cehennem'e girmeğe lâyık olanları biz daha iyi biliriz’ buyurmuştur. Mademki hepsinin gidişi ateş olacak, o halde İslâm dininin bizim dinden üstünlüğü nedir ve bu nasıl olacak?” dedim.
Mevlânâ hiçbir şey söylemedi. Bir an sonra işaret edip şehre doğru yola koyuldu. Ben de o ulu kişinin arkasından yavaş yavaş gidiyordum. Mevlânâ birdenbire şehrin kenarında bulunan bir fırına girdi. Fırıncılar, fırını kızdırmışlardı. Benim siyah ince ipek elbise mi aldı, kendi feracesine sarıp fırına attı. Başını önüne eğerek bir müddet köşede oturdu. Büyük bir duman çıktığını gördüm, kimsede söz söylemek mecali yoktu. Ondan sonra Mevlânâ, “Bak! diye buyurdu. Baktım, fırıncının mübarek feraceyi dışarı çıkarıp Mevlânâ hazretlerine giydirdiğini gördüm. Ferace tertemiz olmuştu. Benim ipek elbisem ise tamamen yanmıştı. Mevlânâ, ‘Biz böyle gireriz, siz de böyle girersiniz’ buyurdu. Bunun üzerine derhal baş koyup mürit oldum” söylemi buranın Mevlana ve Konya açısından tarihi değeri olduğunu göstermektedir. Bu tarihi yerin Hıristiyan dünyası hem de Mevlana tarihi açısından turizme, ziyaretlere açılması Konya’ya binlerce turistin gelmesine neden olacaktır.