9 Şubat 1930- Tekirdağ’daki yangında 43 bina kül oldu.
30 Ekim 1930- İzmir’de sel afetinde 117 kişi boğuldu, 690 ev yıkıldı, 2000 vatandaş açıkta kaldı.
26 Ekim 1936- Eskişehir’de tren yolcu otobüsüne çarptı, 17 kişi öldü, 6 kişi yaralandı.
12 Ocak 1941- Antakya ve çevresindeki sel felaketinde Defne Barajı yıkıldı
3 Aralık 1942-Zonguldak’ta maden ocağı kazası, 63 ölü.
Yıllar geçmiş aradan ama ülkemizin felaketler gündemi bugün de ne kadar benzer maalesef. 1998 yılında kızımın eğitim aldığı üniversite okulunda park halindeki servis aracı aniden fırlayarak hareket etmek üzere olan aracımıza çarpmıştı. Zamanın okul yöneticisi, bugün hakkıyla çok daha önemli makamlarda bulunan değerli hocamız “aracınızı biz tamir ettirelim” dediğinde şaşırmıştım ancak “hocam siz beni anlamadınız, ben tamiri yaptırırım, şükür evlatlarımıza bir şey olmadı” demiştim. Hocamızın şaşkınlığı servis sürücüsünün aracının başında olmamasına karşın kontak anahtarının araç üzerinde bırakılması ve kontağı çevirenin ana sınıfı öğrencisi olmasıydı. Hemen tedbir aldılar, üç gün sonra okul duvarına yazılar asıldı “kontak anahtarını araçta bırakma” “servis aracı çıkabilir” Günümüzde de servis araç sürücülerinin çok disipline ve kurallara uyduğunu söylemek mümkün değil. Her türlü teknolojik gelişmeye karşın Konya’mda son olarak sanayi çarşısı yandı. Damperli kamyonların açılıveren kasaları üst geçitleri yıkıyor. Okul sürgülü kapıları milletin üzerine devriliveriyor. Amatör sahalarda kale direkleri kaleci üzerine düşüyor. Galatasaray kulübü tesislerinin elektrikli kapısı gazeteci arkadaşı eziyor. Üst geçidin yaya merdiveni yıkılıveriyor. İstanbul’da dev inşaatın asansörü çakılıp on çalışanımızın vefatına neden oluyor. İnşaatlardan gün geçmiyor ki düşüp hayatını kaybedenler olmasın. Tüm yerleşim yerlerimiz on dakikalık yağmurlarla sel felaketine maruz kalıyor.
Bakınız modern dünyada bugün yangın erken uyarı sistemleri ve söndürme sistemi kurulmuşsa böylesi büyük yangınlar olmuyor. Asansörler eğer switch takılıysa çakılmıyor. Sürgülü kapılar mekanizmaları düzgünse yıkılmıyor iyi tespit edilmiş kale direklerinin devrilmeyeceği gibi. Elektrikli kapılar eğer sensörleri varsa kimseyi ezmiyor. Kaçak akım röleleri takılıysa elektrik kimseyi öldürmüyor. Kamyonet yan kasası mandalları takılıysa bilinmeyen nedenle açılıvermiyor damperlerin aniden açılmadığı, frenlerin aniden boşalıvermediği gibi. Paraşüt tipi emniyet kemeri takılıysa ve inşaatta güvenilir ankraj noktasına tesbit edilmişse kimse inşaattan düşmüyor. Üstelik bahsettiğim koruma mekanizmaları sudan ucuz adeta. Diyeceğim takdiri ilahiye sözümüz yok ama dinimiz tedbir almayı da emrediyor.
Felâketler kader değildir. Çok şey gelişti ve güvenlik kültürü eklendi dünyanın gündemine. Ülkemizde de “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası” çıkarıldı. İş sağlığından birileri ekmek yesin diye çıkmadı bu modern yasa. Elbette ekmek hatta pasta yiyenler oldu sektörde ancak iş sağlığı güvenliği profesyonellerinin amacı çalışanların zarara uğramasını önlemek. Yetkileri az, maalesef müfettiş statüsünde olmadıkları için etkinlikleri tartışılır ancak gene de yararlı uygulamalar yapılmakta. Bakınız eğer çalışan riskleri ezberler, çalışma talimatlarına uymadıklarında neden olabilecekleri zararlar hakkında eğitim alırlar ve kurallara uyarlarsa felaketlerin çoğuna maruz kalmayız. Bunun yolu güvenlik kültürünü kendimiz ve çalışma arkadaşlarımızın güvenliği için benimsemek ve uygulamak. Acilen “bize bir şey olmaz” “yıllardır olmadı, şimdi mi olacak” anlayışından, nemelâzımcılıktan vazgeçmek zorundayız. Bugün sanayimizi gezseniz çoğu cihazın güvenlik sensörünün iptal edildiğini, çoğu cihazın korumasının çıkarıldığını görürsünüz. Unutmayalım, eksik kalan her tedbir faciaya davetiyedir. Kazasız, belâsız, bol kazançlı günler diliyorum. Allah hepimizi korusun. Saygıyla.