Öyle bir yaz mevsimi yaşıyoruz ki…
Uzun yıllar sıcaklık ortalamasının üzerinde bir yaz mevsimi…
Meteoroloji kayıtlarına göre bu sene Türkiye genelinde sıcaklık, rekor üzerine rekor kırıyor… Şehrimizde de sıcak havanın etkilerini iliklerimize kadar hissediyoruz.
Bedenimize etki ettiği gibi hayat alanımıza da büyük etkileri oluyor.
İnsanoğlunun aç gözlülüğü, hep daha fazlasını isteyen ve doymayan nefsi, tabiatın verdiğinden daha fazlasını tabiattan beklemesi ve bunun sonucunda kıt su kaynaklarını hızla tüketmesi bir yana, bir de sıcak havayla birlikte tabiatın gösterdiği reaksiyon uzun vadede ortaya çıkabilecek daha büyük tehditlerin de habercisi oluyor.
Konya Ovası’nda aşırı su tüketimi, Konya Havzası’nın dış kaynaklardan beslenememesi, su kıtlığı sorununu da beraberinde getiriyor. Özellikle ovanın belli bir kesiminde yaşanan kuraklık artık gözle görülür, hissedilir ve bariz bir sonuç verir hale geldi.
Kaynakların hızlı bir şekilde tüketilmesi, aşırı ısınan havayla birleşince Konya Ovası’nın bereketli toprakları da kıt hale gelip, kıtlığı haber edercesine bir durumu gözler önüne sermeye başladı.
Konya Ovası’nın kuzeyi ve doğusunu kapsayan geniş alanda, ilçe olarak baktığımızda Karatay’ın bir bölümü, Selçuklu’nun bir bölümü, Karapınar, Altınekin, Kulu ve Cihanbeyli kuraklığın ne boyutlara geldiğini görmek ve gösterebilmek için en çarpıcı örnekleri önümüze sunuyor.
Oluşan obruklar, büyük yer yarıkları, 400 metrelere kadar salındığı halde çıkmayan kuyu suları ve en nihayetinde bugün suya aç ve istenilse de sulanamayan tarım arazileri…
Konya Ovası’ndaki tehlike arz-ı endam ederek ‘ben geliyorum’ diyorken hiçbirimizin vurdumduymaz bir tavır sergilemeye hakkı yok.
Yine sıcak havanın tetiklediği orman yangınları, ülkemizin akciğerleri olarak yorumlanan ormanlarımızı hızla tüketerek küle döndürüyor. İşte Çanakkale’de devam eden ve düne kadar kontrol altına dahi alınamayan büyük yangın bu durumun en bariz ve en çarpıcı göstergesi.
Şükür dün mutlu bir haber aldık. Her ne kadar yangını yakınımızda hissetmiyorsak da sonuçları itibariyle değerlendirdiğimizde ciğerlerimizin küle döndüğünü anlayabiliyoruz. Yemyeşil olması gereken ormanların kıpkızıl görüntüsü, alevlere müdahale eden bir avuç insanın canhıraş çabası insana ister istemez, “Rabbim günah yazma da şu yaz mevsimi bir an evvel son bulsun. Bol yağışlı, bereketli bir iklim bizi kuşatsın” diye dua ettiriyor.
ÇİFTÇİ MISIR İSYANINDA HAKLI MI?
Mısır ekmiyorum, aktif olarak tarımla uğraşmıyorum. Ama işimiz icabı tarımın önemli paydaşları ile her zaman dirsek teması halinde oluyorum.
Bu manada çiftçinin sorunlarını, çözüm önerilerini, beklentilerini ve taleplerini de en az bir çiftçi kadar biliyorum.
Çiftçi mısır hasadına hazırlanırken TMO da mısır alım fiyatını 6 lira olarak açıkladı. Elbette ki çiftçinin ektiğini biçebileceği, emeğinin karşılığını alabileceği bir fiyat gibi görünmüyor bu. Geçtiğimiz yıl 5,70 liradan alınan mısıra bu yıl sadece 30 kuruş zam yapılmış olması çiftçinin gözünde kabul edilemez bir durum. Diyorlar ki en azından 8 lira olarak açıklanmasını beklerdik…
Çiftçinin penceresinden bakıldığında girdisi çıktısını karşılayamayan bu duruma gösterilen tepkilere hak vermemek elde değil ancak yukarıda bahsettiğim kurak mı kurak topraklarda mısır gibi, şeker pancarı gibi, ayçiçeği gibi susuz yetişemeyen tarım ürünlerinin ekilmesine yönelik ısrar niye, onu da anlamış değilim.
Sürekli konuşulagelen ama bir türlü net bir tavır ile ortaya konulamayan bir gerçeklik olan havza bazlı destek uygulaması, çiftçiyi bulunduğu bölgenin toprak yapısına, su miktarına ve desenine uygun ürünler üretmeye teşvik edecektir.
Bizim gördüklerimizi çiftçi yaşıyor, yönetenler de elbette görüyordur. Yaklaşan büyük tehlikeye de elbet bir tedbir alınacaktır.
Sonumuz hayrolsun, Cumanız bereketli olsun.