Biz, ulaşabileceğimiz en büyük mutluluğa Yüce Allah’ın hoşnutluğunu, dostluğunu, yakınlığını kazanmakla ulaşırız. Sayılamayacak kadar çok nimet içinde en değerli olanı da budur. Sonsuza dek mutlu olmak, ancak bu sayede mümkün oluyor.
Bu nimete ulaşanlar fakirlik içinde bile zengin, çile çekerken dahi mutludurlar. Allah dostlarının çoğunu biz fark edemeyiz. Onlardan birçoğu kendisi de bunun farkında değildir. Allah’a yakın olmak en imrenilecek durumdur. Buna ulaşabilmek için insanın önce yaratıcısı hakkındaki doğru bilgileri tam olarak öğrenmesi, doğru iman sahibi olması, özellikle Allah’ı tanıma ve Allah’a iman konusunda mesafe almış olması gerekir.
Hatta bu da yetmez, Onun her yeri, her şeyi kuşatmış olan yüce varlığını, rahmetini ve güzel sözcüğünün bile çok yetersiz kaldığı bütün ilahi özelliklerini her yerde, her şeyde, daima görebilecek, tanıyabilecek, ileri bir feraset ve olgunluğa da ulaşılması gerekir. Allah’ın emirlerini her türlü zorluğa katlanarak, sabırla yerine getirmek kolay değildir. Bunda başarılı olmak için öncelikle Allah’a ve ahrete imanın doğru bilgilerle oluşması, Allah’ı ve ahreti görüyormuş gibi güçlü bir hale gelmesi önemlidir. Yüce Allah Kuranda, “….Kolayca cennete girivereceğinizi mi sandınız?” buyuruyor. (Bakara, 2/214, Ali İmran, 3/142)
Bunun için kişinin aklı, bilgileri, duyguları, hayalleri, niyeti, gönlü, bütün varlığı, hal ve davranışları hep Allah’la ve daima Allah’tan yana olmayı öğrenmelidir. Nefis ve şeytanın şerrinden, kafa karışıklığından, tembellikten, korkaklıktan ve daha birçok istenmeyen kötü halden de Allah’ı iyi tanımak ve ona yakın olmakla korunabiliriz.
Her nimet bir külfet karşılığıdır. Elbette bu en değerli nimete de bir külfet, belki de bin bir zahmet ve sabırla ulaşılacaktır. Çevremizdeki hiçbir şey gördüğümüz gibi sıradan ve basit değildir. Her birinin bir de asıl gerçeği, esrarı, geçmişle, gelecekle bağlantısı ve olmuş –olacak birçok olayla ilintisi vardır. Sıradan insan bunları tam görmüş olsa aklına özür gelebilirdi. Mikropları çıplak gözle görsek yemeden-içmeden kesilirdik. Bazı sesleri duysak işitme yeteneğimizi, bazı ışıkları görsek, görme yeteneğimizi yitirirdik. Ama konuya dair bilimsel bir eğitim yanında Allah’a yaklaştıran bir eğitim de alırsak, hem bunları görür, duyar, hem de bir olumsuzluk yaşamayız.
Gizli bir hazine iken bilinmeyi isteyen Yüce Allah, varlıkları yarattı. Elbette ki, kendisini tanımamızın yollarını da açtı. Artık bütün Müslümanlar biliyor ki, Allah vardır, birdir ve bildirdiği gibidir. Tek ve gerçek ilah Odur. Ondan başka tanrı yoktur. Ondan başka her şey yaratıktır. Her şeyi yaratan sadece Odur. Onun nasıl ve nice bir varlık olduğu sadece kendisinin bu konuda verdiği bilgilerden, ( Allah’ı tanıtan Kuran ayetlerinden) ve Peygamberimizin hayatından öğrenilmelidir. Doğru bilgiler ancak buralardadır. Allah’ın vasıfları kendine özeldir. Tek bir ilah olduğu için bizim bildiğimiz ve tahayyül edebileceğimiz hiçbir şeye, hiçbir bakımdan benzemez. Bu yüzden O, her şeyden farklıdır. Bizim aklımız sadece yaratıklarla sınırlı olduğu için de onun mahiyetini tam olarak bilmek, anlamak, kavramak gücümüzün ve yeteneklerimizin üstündedir.
Onun dengi, eşi, benzeri, ortağı, oğlu, kızı, anası, babası, evveli, sonu ve bir yaratanı yoktur. O hem zahir, hem batındır. Evveli ve sonu yoktur. Yer ve zamanla bağlı değildir. Mutlak güç sahibi yalnız Odur. Onun her şeye gücü yeter. O, hiçbir şeyden aciz değildir. O her an, her şeyden haberdardır. Yalnızca O gerçek ilahtır. İlah özellikleri sadece Onda vardır, Ona özgüdür ve Ondaki haliyle yaratıklarda bulunması mümkün değildir. O, bütün üstün ve güzel özelliklerin tek sahibi, kaynağı ve yaratıcısıdır. O, bütün güçsüzlük, zayıflık ve noksanlıklardan beridir. Ondan başka bir ilah olması imkân, ihtimal ve akıl dışıdır. İnsanlar Onu tanıdıkça bunları daha iyi anlayabiliyor, Ona yaklaştıkça bütün zorluklar kolaylaşıyor.
Allah’ın özelliklerini insanlar anlayabilirler, fakat bunların hepsi doğaüstü, insanüstü, fizik ötesi özelliklerdir. Bu yüzden bunların hiç birini mutlak anlamda kavrayamazlar. Ancak Onu tanıdıkça tatmin olurlar, henüz hayatta iken bu konularda hiçbir kuşkuları kalmaz.
Bu durum, ruh, vicdan, akıl, irade, duygu, düşünce gibi manevi güçleri kabul etmek, anlamak, fakat mahiyetini tam kavrayamamak gibidir. Akılsız ve cansız gıdaların, hücre yapısına girince akıllı ve canlı hale gelişini ve daha birçok akıl almaz gerçeği çevresinde sürekli gördüğü halde insanlar, bunlara kafa yormazlar çünkü kavrayamazlar. Bilim dahi henüz DNA’daki fiziksel karakterlerle meşguldür. İnşallah bir gün DNA’daki ruhsal karakterlere, manevi şifrelere de sıra gelecektir. Ramazan-ı şerifiniz mübarek olsun. Allah’a emanet olunuz.