Bundan önceki “Demirtaş’ın Annesi ve Anneler” başlıklı yazımda her ne kadar Demirtaş’ın annesinin duygularına yer versem de esas amacım bu yazıma temel oluşturmak içindi.
Hem vatandaş hem de devlet olarak üzerimize düşen sorumlulukların ne kadarını yerine getirip getirmediğimizi de net olarak ortaya koymamız germektedir.
-Terör örgütlerinin eline düşen ister Kürt ister Türk çocuklarına yani bu milletin çocuklarına sahip çıkabildik mi?
İşte bütün soruların cevabı bu sorunun cevabında saklıdır. Onu bunu bilmem çocuklarımız büyük tehdit altında ve kendi değerlerinden uzaklaşmaktadır.
İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’nun en son açıklamalarına göre PKK terör örgütüne katılımların 1984 öncesinin altına düştüğü yönündedir.
Elbette ki, bu çok güzel ve olumlu bir gelişme olmakla birlikte eğitimle desteklenmediği müddetçe kalıcı olmaz; eski acılar yine yaşanmaya başlar.
Şunu da belirteyim; benim kaygılarım sadece terör örgütlerinin eline düşen çocuklarımız değil, emperyalizmin beyin esaretine düşen çocuklarımızda aynı felaketle karşı karşıyadır.
En büyük dramı ana babalar yaşamakla birlikte ana babalardan daha fazla suçlu devletin milli eğitim politikalarıdır.
Azıcık düşünün!
Her ne kadar tetikçi olarak kullanılanların eğitim düzeyi düşük olsa da bunları kullananların büyük çoğunluğu ülkemiz üniversitelerinde eğitim görmüş kişilerdir.
Çok fazla sözü uzatmadan üç tane babanın çocuklarıyla ilgili sözlerine yer vereceğim.
Bunlardan iki tanesinin sözlerini 2015 yılında “İki Babanın Dramı ve Çıkarılması Gereken Dersler” başlıklı yazımda paylaşmıştım. Konunun önemine binaen bu yazımda da yer verdim.
Bu babalardan biri Suruç katliamında ölen Ordulu Alican VURAL’ın babası Cumhur VURAL. Baba, oğlunun cenazesinde isyanını şöyle dile getiriyordu:
“Oğlum bir yıldır çok değişti. Bu HDP'lilerle tanışmasından sonra oldu. Defalarca ‘Onlarla görüşme’ dedik. Dört aydır hiç eve gelmedi, sürekli onlarla birlikte takılıyordu.
Ben kendisine ‘Bunlar terör örgütü, siyasetçi değil’ diye tepki gösteriyordum. Çocuğumu bir türlü kurtaramadım. Oğlumun idam fermanını bunlar imzaladı. HDP'liler çocuğumu kandırdı”
Samsun’dan gelen Sosyalist Parti grubunu cami avlusuna almayarak “Çocuğumu yediniz Allahsızlar, imansızlar” diyerek kovup kabristana sokmamıştı.
Diğer baba ise terörist başlarından Cemil BAYIK’ın babası Mustafa BAYIK. O da şöyle diyordu:
“Ben evladımı Müslüman olsun, vatanına, milletine, dinine faydalı evlat olsun diye büyüttüm, okuttum; o gitti üniversitede komünist, dinsiz; ana babasına ve dinine itaatsiz eşkıya oldu.
Türk, Kürt hepimiz din kardeşiyiz, Müslüman’ız. Ben de annesi de oğlumuza hakkımızı haram ediyoruz.”
Bir diğer baba da Sahip ÇETKİN. Bu babanın derdi çok daha başka. Sahip ÇETKİN emekli bir imam.
Kendi ifadesine göre 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve İstanbul Sözleşmesi mağduru bir baba.
Daha önce konuyla ilgili kendisinin bir videosunu izlemiştim. Dün akşam bir televizyon programına telefonla bağlanarak mağduriyetini tekrar anlattı.
Sahip Hocanın derdi karısı ve çocukları!
Karısı ve çocuklarının ‘kendilerine şiddet uyguluyorlar’ diye şikayet ettikleri Sahip Hoca mahkeme tarafından evden 6 ay uzaklaştırılıyor.
Evinden uzaklaştırılan Sahip Hoca arabasının içinde hayatını sürdürmektedir. Hoca, yemin ederek ‘ne karısına ne de çocuklarına bir tokat bile vurmadığını” söylemekte olup kendisine yapılan hukuki uygulamanın yanlışlığını feryat ederek dile getirmektedir.
Hocanın şikayeti çocuklarının genel değerlerimizden uzaklaşması, saygısızlıkları vs. Mesela; astım hastası olduğu halde evde oğlunun sigara içmesi, sabahlara kadar oyun oynamaları….
Bu duruma müdahale edince anne de çocukları tarafını tutup hocayı şikayet edip evden uzaklaştırıyorlar.
Sahip Hoca çok dertli olup dinleyenleri de dertlendirince programın sunucusu çok yerinde bir soru sordu. Yazıma almamın nedeni de Sahip Hoca’nın cevabı.
Sunucu Hocaya:
-Hocam siz din adamısınız. Çocuklarınızı milli ve manevi değerlerimize uygun olarak niye yetiştirmediniz, dedi.
Hoca cevabında:
-Yedi tane çocuğum var. Hepsinin dini eğitimini ben verdim. Hem oğlanlarım hem de kızlarımın tamamı üniversite mezunudur. Kızımın biri iki tane üniversite bitirdi, çocuklarımı üniversiteler bozdu, dedi.
Yukarıda yer verdiğimiz üç babanın çocuklarının bu durumlara gelmesinde suçladıkları kurum üniversitelerdir.
Kimseyi suçlamak istemiyorum; ancak, başta eğitim sistemimiz olmak üzere birçok kişi ve kurum sorgulanmalıdır.
Mesela ben, 12 Yıllık Zorunlu Eğitime ve üniversitelerin bu kadar yaygınlaştırılmasına şiddetle karşıyım.
Çözüm çok zor; ancak, imkansız değil!