Selam, Rabbimizin 99 güzel isminden biri. Her çeşit ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan; Her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran; Cennetteki bahtiyar kullarına selâm eden manasında.
Ancak bizim selamla yıldızımız barışık değil!
Selam vermek, selam almak bize zul geliyor!
“Selam verdim, borçlu çıktım” gibi, asla Türk Milletine ait olmayan ve yakışmayan deyimler, bizim açmazımız.
Falanca mı, yeminle ona Allah’ın selamı verilmez dediğinizi bir hatırlayın! Siz verin selamınızı da, almayan almasın. Düşünsün kalsın ben nerede ne yanlış yaptım diye.
Selam oldukça tesirli bir kelamdır.
Küsler, incinenler, kırılanlar bir selamla aralarındaki buzları eritebilirler.
Bizde babamızın selamıyla, hatırlı birinin selamıyla bir yere gitmek birçok zorluğu aşmaktır. Sıkıntıları çözmektir.
Selam görünmez bir anahtardır anlayana.
Sadece dünya kapılarını açmakla kalmaz, gönül kapılarını açar.
Kapı açılınca da, kapıyı açan, gönlünü ardına kadar açar!
*****
Selamın gücünü bilmeyen, bildiği halde işine gelmeyenlerle dolu bir dünyada yaşıyoruz.
Selamı sabahı kaybettik kaybedeli bir türlü toparlanamıyoruz!
Bir araya gelip konuşamıyoruz!
En küçük bir mesele üstünde dahi anlaşamıyoruz!
İcat ettiğimiz incir çekirdeğini doldurmayan gerekçelerle başlayan ve daha sonra derinleşen küslükler yüzünden barışamıyoruz!
Kavgalar, tartışmalar, sataşmalar, laf atmalar, tekme-tokat girişmeler, yakası açılmadık küfürler!
Biz ne yapıyoruz böyle?
Ne bayramlar, ne mübarek geceler, ne mübarek Ramazan ayı bizi kendimize getiremedi!
Kendileri için, “Mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah var!” dedirten Osmanlı Sultanları geldi geçti bu coğrafyadan!
*****
Peygamberimiz "Bir kişinin kardeşini üç günden fazla terk edip küs durması helâl değildir. İki Müslüman karşılaşırlar, biri bir tarafa, öteki öbür tarafa döner. Hâlbuki bu iki müminin hayırlısı önce selâm vermeye başlayandır." buyurmuşlardır.
Biz Hz. Peygamberin, bu hadisini bilmiyor muyuz?
Müminin hayırlısının ilk önce selam veren, yani küslüğü bitirmek için ilk adımı atan olduğundan haberimiz yok mu?
Susmak, kimseyi haklı çıkarmasa da, sükut ikrardan gelir dense de, susmak konusunda ihtisas sahibi olduğumuzu iddia etsek de, çıkmaz sokaklarda nafile turlar atıyor ve hırsımızı bir türlü yenemiyoruz!
Bu içinden çıkılmaz durum ticarette var, siyasette var, hatta komşulukta, hısım-akraba arasında dahi geçerli.
Sonrası bir yığın laf…Ölüme gelmesin, salımdan tutmasın, ölsem kabirde kemiklerim unutmaz gibi bir yığın boş laf!
Bunun adı ne?
İnatlaşma mı?
Küslüğü sürdürmenin her hâlükârda işimize gelmesi mi?
Oysa bir selam vererek, kırgınlığı ve dargınlığı sona erdirmemiz mümkün!
Mümkün amma, böyle durumlarda dahi ilk selamı verenin yanında değiliz!
Yazık diyoruz, itibarı yerle bir oldu. Yakışmadı. Zayıflık gösterdi. Haklılığı ortadan kayboldu.
Kim daha önce selam verse daha hayırlı olacak amma, hayırlı olmayı da isteyen yok! Selam verme yönünde kimsenin kimseyi yüreklendirdiği de…
*****
Adeta küslükler bitsin, sona ersin istemiyoruz! Olaya şahit olanlar dahi nedendir bilinmez, bu anlamsız, tatsız-tuzsuz durum sürsün gitsin havalarındalar!
Araya girin, barıştırın, bari bunu yapın!
Gurur ve kibirleri kaşımak daha çok işlerine geliyor!
Birde o çok bilmiş, küslüklerden ve belirsizliklerden beslenen selamın inceliğini ve kutsiyetini kavramaktan bihaber çevreler var!
Bu işi asıl körükleyenlerde onlar!
Sonrası, körükleyen memnun, körüklenen memnun!
Olan millete oluyor, olan gariplere, fakir-fukaralara, olan işsizlere, esnaflara, olan emeklilere ve dar gelirlilere oluyor. Çünkü, bazı küslüklerin devamı, sürüp gitmesi, ülkeyi huzursuz ediyor!
Zaten Pandemiden, ekonomiden duman olmuş, tarumar olmuş insanların haline ahvaline öncelik tanınması gerekirken kavgaların sürüp gitmesi, bitmemesi, perişan insanların enkaza dönmüş hallerinin görülmemesi, tartışmalara, sataşmalara, kurban edilmesi de bu yüzden değil mi? Üstelik bu mübarek ayda ve bu mübarek günlerde…
*****
Selam konusunda, Sahabeden Ebu Hureyre, Hz. Peygamberin güzel bir hadisini nakleder; “Siz İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda Selâmı yayınız.”
Selamla aramıza duvarlar ördük öreli, gülmesini, tebessüm etmesini, gülümsemeyi unuttuk. Ve tabi aynalara bakmasını da.
Tanımadığıma selam vermem, sevmediğim insanın selamını almam, hele ki o sevmediğim selam vermeye kalkarsa, altında türlü niyet, hatta direkt olarak art niyet ararım diyen insanlar olarak, bugün geldiğimiz durum içler acısı.
Selamlaşmamak, barışmanın ve karşılıklı konuşmanın, iki çift laf etmenin önünde en büyük engel!
İlk önce, hiç tanımadığımız yada sevmediğimiz biri bize neden selam verdi diye, kafamızda dolaşan tilkilerden kurtulmamız lazım!
Sonra, ben neden selam vermiyorum diye kendimize bir sormak!
Neden mi sormuyoruz?
Bulunmaz Hint kumaşıyız ya…Dünya bizim etrafımızda dönüyor diye düşünüyoruz ya…
Gurur ve kibrimizden taviz vermek gibi bir düşüncemiz yok ya…
Selam versen ölür müsün?
Selam verdiğinde, verilen selamı aldığında senden eksilen ne?
Hem selam vermeyeceğiz! Hem de selam verene bana neden selam verdi diye kafayı takacağız!
Selamsız sabahsızlara döndüğümüzü kabul etmiyoruz... Birbirimizden Allah’ın selamını esirger olduğumuzu da…
*****
Nisa Suresi 86. Ayette Rabbimiz;
“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” buyurmaktadır.
Rahmetli, Hacıveyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendinin öğrencileri, onun yakinen tanıyanlar, Hocaefendinin selam konusunda ki titizliğini ve hassasiyetini şöyle anlatırlar;
“Selamı coşturun babam, cimrilik etmeyin, dolu, dolu alın verin selamı” derdi.
Hacıveyiszade’nin, şu sözleri ise ne kadar anlamlı ve güzeldir;
Kızmayacan, kızdırmayacan….
Kırmayacan, kırılmayacan…
Sana yapılan bir hakareti derhal anında unutacan…
Lakin kendi yaptığın hakareti, kötülüğü unutmayacan !
Tevbe edecen, telafi edecen onu...