Ölüm, ne sırlı bir perde...
Kimi için yok oluş kimi için var oluş ama esasında hepimiz için bir göç. Üstelik en kıymetli saydıklarını, paranı, şanını geride bırakarak yalnız yol alacağın bir yolculuk. Ömrünü harcadığın maddi ne varsa yanına alamadığın, elvedaya vaktin olacağını dahi bilmediğin bir yolculuk üstelik. Ne tuhaf...
Ardında sadece bıraktığın izlerle anılmak. Yürüdüğün yol, çamur mu ya da gül bahçesi mi ancak kendinden sonra ortaya çıkabilecek bir giz. Bi çeşit kendinden haberdar olma hali fakat varlığın bu aleme ait değil iken. Sesini, savunmanı duyuramayacağın bir anımsanma hali. Ne garip...
Koca bir ömür yaşanmış ama varlığın başka bir aleme göçünce izlerin yolunu aşikâr ediyor. Senden sonra kalan kırdığın her kalp çamur oluyor, okşadığın her yetim gül kokuyor. Bittiğini sandığın zaman sanırsın tersine akıyor. Kapandı kimse görmedi dediklerin megafonla duyuluyor. Senin üzerine toprak örtülürken, gizleyip yedi kat beze sardıklarının üzeri açılıyor. Ne adaletli...
Gün ışığı sana artık doğmazken, geride kalan kimin varsa bi şekilde yoluna devam ediyor. Tıpkı zamanında senin de yaptığın gibi. En tuhafı didinip biriktirdiğin ne varsa emeğinde yanında olmayanlara kavga sebebi oluyor. Paylaşmaya kıyamadığın sevgin kalan mirasınla ölçülüyor. Ne acı...
Geride bıraktığın hoş sedaysa eğer. İlim için bir eserin varsa ya da dosdoğru bir evlat bırakmışsan kârın her gün yenileniyor. Yaşamış olmanın hakkını verip insan olabildiysen dahası adın her anıldığında dolumsuyorsa birileri gerçek bir ömür sürerek ayrılıyorsun sonsuzluğa. Ne hoş...
Dileğim o ki yaratıldığımız şekilde dosdoğru yaşayıp insan olabilmenin hakkını vererek tamamlayalım sayılı nefesi ve unutmayalım “Yarın hep geç kalmakla ünlü.” Hâlâ çayın demine muhabbetini katık ettiklerimiz yanımızdayken kıymet bilelim. Bol bol Gül fidanları ekelim ardımızda gül kokusu kalsın. Çamurlu ayakkabılarımızı kalp kazanarak temizleyelim. Yarını belli olmayan şu dünyanın paçasına bu kadar sarılmayalım. Ne kaybederiz?
Sevgi ve saygı ile....