Uzun uzun zaman önce memleketin birinde övünmeyi pek seven, övündükçe ayakları yere değmeyen, övünmesiyle meşhur bir şehir varmış. Kimse bu şehirdekiler kadar övünemez, övünmekte mahir olamaz diye de anlatılırmış.
El elden, dil dilden üstündür demişler. Günün birinde uzak diyarların birinden geldiğini söyleyen bir adam çıkmış gelmiş bu şehre. Yolcuların, seyyahların, zengin tüccarların uğrak yeri olan bir hana inmiş. Hancı demiş. Bana şöyle güzel bir oda ver. Parası önemli değil. Geceliği beş altın olan dayalı döşeli odalardan biri için on altın vermiş Hancıya. Hancının gözleri parlamış. Odaya eşyasını taşıyan hancının adamlarının her birine de birer altın dağıtmış, teşekkür babından. Hancının adamları, ne emrin varsa söyle beyim demişler bizler emrine amadeyiz.
Bu bonkör, zengin adam için bir anda hanın içinde hikayeler anlatılmaya başlanmış. Hikaye olurda, hikaye anlatılır da, yanına eklemeler yapılmaz mı? Adamın cömertliği öyle bir abartılmış ki, akşama kadar şehirde bilmeyen, duymayan kalmamış!
Adam, Hanın içinde bir yere oturmuş, hanın yolcuları, hanın misafirleri demiş. Ben çok şehir diyar gezdim. Her diyarda başımdan nice sergüzeşt geçti diye bir başlamış anlatmaya! Adamları onu dinleyenlerin her birine, adamı dinledikleri için birer altın verince pireler deve, habbeler kubbe oluvermiş.
Övünmeyi pek seven şehir, bizim şehrimize bugüne kadar böyle cömert, böyle sahavetli, böyle bonkör biri gelmedi diye başlamışlar anlatmaya. Adam konuşmaktan bıkmıyor, dünya kadar hikaye anlatıyor. Dinleyenin hakkı geçer dostlar diyerek, altın dağıtmaya devam ediyormuş.
Şehrin ileri gelenleri. Bunun dağıttığı altın sahte falan olmasın demişler. En güvenilir adamlarını, adamı dinlemeye göndermişler. Adamlara verilen altınları şehrin en usta, en güvenilir sarraflarına götürüp ölçüsüne, ayarına baktırmışlar. Hepsi de bu altınlar değişik diyarlardan amma, saf ve temiz demişler. Geçeri de yerinde.
Şehrin önde gidenleri birde biz tanışalım şu adamla demişler. Bakalım gerçekten ağzından bal mı damlıyor, yoksa dağıttığı altınlar mı insanları bu kadar konuşturuyor. Adamın has adamları, Beyim demişler, şehrin en önde gelen Ağaları ve Beyleri toplanıp geldiler. Seni merak etmişler. Gelsinler demiş, demek ki, maksadımız zuhur edecek!
Çok gecikmeden, Beylerin ve Ağaların meraklı bakışları altında onların bulunduğu odaya gelmiş. Ağalarım, Beylerim demiş, ben şehrinizi çok sevdim. Ne kadar hoş, ne kadar insan canlısı, ne kadar misafirperver bir şehirmiş burası. Bu memlekette böyle bir şehir var deseler yeminle inanmazdım.
Ben demiş bugüne kadar bir hayli diyar gezdim. Kendime kalacak bir yurt, ticaret yapacak bir dükkan, mesut ve bahtiyar olacağım bir de eş ararım. Bu şehir o şehir midir bilemem. Benim dedem Karun kadar zengin bir adamdı. Babam ve amcalarım yokluk ve sefalet içinde öldüler. Amcalarımın kızları vardı. Her biri gelin olup kendini o diyardan dışarıya attılar. Kala kala bir ben kaldım.
Dedem her ne işi varsa bana yaptırdı. Köle gibi çalıştım. Yemezdi yedirmezdi, giymezdi, giydirmezdi. Görseniz dilenci diye sadaka veresiniz gelirdi. Pejmürde bir halde yaşardı. İşi gücü altın biriktirmekti. Malının mülkünün konağının sayısını kendi de bilmezdi. Aynı kendi gibi gaddar, sevimsiz, Allah korkusu olmayan adamları vardı. Bir gün o adamların hepsi kaldığım barakaya koşup geldiler. Ağam dediler. Deden öldü. Yattığı yerde, kaskatı kesilmiş kalmıştı. Hemen şehrin Kadısına başvurdum. Nesi var nesi yok üzerime geçirdim. O adamlara birer kese altın verip onları yolcu ettikten sonra, çağırdım, buldurdum Amca kızlarını. Her birine birer konak, yeterince para pul verip, her biriyle helalleştim. Sonrada oturdum kendi kendime bir karar verdim. Bundan böyle dedim. Gezebildiğim kadar diyar gezeyim. Nerde mutlu oldum. Orada eyleneyim, kalayım. Vardığım şehirlerde insanları memnun edeyim. İnsanların yüzünü güldüreyim. Sıkıntılarını, dertlerini çözeyim!
Ağalardan biri, beyim demiş iyi hoş dersinde, nihayetinde altın bu. Ardı arkası yoksa biter. Hazıra hazine olsa dayanmaz demişler. Ya sıfırı tüketmek üzere bizim şehrimize geldin, ya da şu anda bilemediğimiz başka bir niyetin var! Senin başka diyarlarda kaç arşın atladığını ne hikayeler, ne tevatürler anlatıp da, insanların gözlerini bağladığını biz bilmeyiz. O arşın burada da var. Anlattığın Karun hikayesi bizi tatmin etmedi.
Adam bu şehir demiş övünmekle anılan bir şehir. Hiçbirinizi inandırmak gibi bir niyetim yok. Madem öyleydi de, neden hep birlikte toplanıp geldiniz, bu hana. Bu gelişiniz merak mı, hayranlık mı, kıskançlık mı, haset mi? Yoksa yetti artık, çek git şehrimizden, biz bugüne kadar söylediğimiz yalanlarla, hikayeler, masallarla bu şehri kendimize göre idare ediyorduk, sen bizim tekerimize çomak sokmaya mı geldin diyorsunuz da, ben mi anlayamadım!
Beylerin en tanınmış olanı leb demeden leblebiyi anlayana can kurban demiş. Sen bu şehrin havasını değiştirdin. Kimyasını bozdun. Yanlış yaptın. Seni dinleyenlerin her birine birer altın dağıttın. Bu şehirde seni dinlemeyen kalmadı. On günü aşkın bu şehirdesin. Daha şimdiden on altınım oldu diye sevinen insanlar var. Bu yaptığına dur demek için çıkıp geldik. Git bu şehirden hem de hemen! Adam ben demiş şimdi kalkıp desem ki, ey ahali, bu şehrin su dolu hendekleri kaç arşın? Ben istesem o hendeğin üzerinden karşıya atlayabilir miyim? Ahali bana inandı. Gözü kapalı neden olmasın, tabi ki atlarsın, sen yaparsın, olmadı, seni o hendeğin üzerinden biz uçururuz demezlerse, bu şehri yarını beklemeden hemen şimdi terk edeceğim.
Şehrin Beyi, sen demiş, bu şehrin gözünü açtın, insanları altınla tanıştırdın, bizi zor durumlara soktun. Anlattığın hikayelere de inandık sanma.
Adam, sizler demiş anlattığım hikayede ki dedeye benziyorsunuz, sen başta olmak üzere hepiniz öylesiniz. Bu şehrin nesi var, nesi yok elinizde. İnsanların hepsi kul köle olmuş boğaz tokluğuna sizlere çalışır. Gün yüzü görmüş değiller. Ben ne yaptım biliyor musunuz? Sizlerin işin daha başında yapmanız gerekeni. Tek bir altına sahip olmayı hayal dahi edemeyenlere, yaşlılara, gençlere, genç kızlara, çocuklara varıncaya kadar birer altın dağıttım. Sizler bu insanların yüzündeki gülümsemeyi çalmışsınız, hayali çalmışsınız, yaşama sevincini çalmışsınız. Ben o çalınanların bir kısmını geri verebildiysem ne mutlu bana.
Şehrin Beyi, biz demiş karar aldık, seni bu şehirde istemiyoruz. Hayırdı demiş adam, düzeniniz mi bozuldu? Keyfiniz mi kaçtı? Bu ahali bundan böyle sizin peşinizden gelir mi? Unutmayın, dağıtmaya, vermeye kıyamadığınız, haklarını zorla elinden alarak biriktirdiğiniz o altınları ne harcayabiliyorsunuz, ne de fakir-fukaraya verebiliyorsunuz. Şu kadar altınımız oldu diye yarışmaktan ve benim neden falanca kadar altınım yok diye haset etmekten başkada yaptığınız bir şey yok. Hadi yarın öldün ne olacak? Ey Beyler, ağalar! Ölüm var ölüm!
Şehrin Beyi, senin yaptığın, eski köye yeni adet getirmek demiş, bu işe müsaademiz yoktur. Biz kurduğumuz bu düzeni de kimseye yıktırmayız. Adam madem öyle demiş, o zaman bu düzen yıkıldı sayın. Hemen adamlarına şu kendini bey sanan, ağa geçinenleri derdest edin demiş!
Şehrin Beyi kimsin sen demiş, seni Sultana şikayet edeceğiz, üstelik seni şehrin meydanında astıracağız. Bizim şehrimizde, kimse bize bunu yapamaz!
Adam ben demiş, Sultanımızın emriyle bu işi yaparım. Bu insanlardan çaldığınız, zorla ellerinden aldığınız ne varsa şu andan itibaren geri alıp, hak sahiplerine, bizzat Sultanımızın iradesiyle ve fermanıyla geri veriyorum. Hadi bakalım bundan sonra kaç arşın atlıyorsunuz görelim!
Anlatırlar ki; bir daha o şehirde insanların elinden malını mülkünü alan bir bey yada ağaya göz yumulmamış. O ağalar ve beyleri ise bir daha ne gören olmuş, ne de merak eden. Kim o ağalara ve beylere özenmeye yeltense, aman ha çıkar gelir bir arşın hikayesi anlatan, neye uğradığınızı şaşırışınız, kendim ettim kendim buldum demekte adamı kurtarmaz diye anlatılır olmuş.
Şehir şehire, ahali ahaliye, hikaye hikayeye, han hana, hancı hancıya, Bey beye, hikaye anlatan hikaye anlatana, dinleyen dinleyene benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…