Aşçı Dedeyi pek sevdik. Pek tuttuk! Lakin Ateşbaz-ı bu işten ne kadar hoşnut bilen yok? Ya Mevlânâ? Oralara da fazla inen, derin düşünen yok! Gidişat o ki, yarın, Ateşbaz-ı Veli unutulacak, sadece Aşçı Dede kalacak!
Hasılı kelam, Uluslararası Aşçı Dede Ateşbâz-ı Veli Sempozyumunun ikincisini de yapmış bulunuyoruz! Masallara, hikayelere ve tabi ki mavallara bayılırız. Neden mi böyleyiz? Ucu açık! Maval; argo bir kelime, uydurma söz, yalan demek, “bana maval okuma” diye bir deyimimiz dahi var!
Aşçı Dede masalı mı, mavalı mı, yalanı mı artık, ne derseniz deyin öyle bir şey…
Konya nasıl bir Diyarı Mevlânâ ise artık!
Selçuk Üniversitemiz var! Mevlana Araştırmaları Merkezimiz var!
İnanın sadece merakımdan soruyorum! Aşçı Dede gibi bir tabir yok, hiç olmadı diye müdahale ettiklerini duymak isterdik! Yazılı bir açıklama da yapsalardı kabulümüzdü.
Bu festivallere, bu sempozyumlara ev sahipliği yapan kurumlarımızın Mevlânâ konusunda gerçekten uzman bir danışmanı ya da danışmanları var mı? Varsa bu danışmana ya da danışmanlara danışılıyor mu? Sözlerine itibar ediliyor mu?
Kültür ve Turizm Müdürlüğümüz bu işin neresinde!
Bütün bir yıl Mevlânâ vuslat törenleri için hazırlık yapan, ağırlığı Mevlânâ olan bir kurum, Aşçı Dede hikayesine hiç eğilmedi mi?
Koskoca Gastronomi Festivali yapılıyor, ardından bir de Uluslararası bir sempozyum!
“Aşçı Dedem” de, “Aşçı Dedem!”
Kurumlarımızdan ve konuyla ilgili Sivil Toplum Kuruluşlarımızdan çıt yok!
Aşçı Dede kimin dedesi?
Konya’nın olmadığı kesin! Konya’da ne böyle bir Aşçı Dede var, ne de Aşçı Baba!
Bu dede günümüz aşçılarının dedesi mi? Bu işi icat edenlerin mi? Ben buldum diyenlerin mi?
Sekiz asır önce de Aşçı Dede diye bir zat mı yaşamış Konya’da, üstelik Mevlânâ’nın yaşadığı o dönemde?
Varsa bilen söylesin, cümle alem öğrensin değil mi efendim?
*****
Ateşbâz-ı Veli, Konya’ya gelen ziyaretçilerin en çok ziyaret ettiği türbelerden biri…
Gönül gözüyle bakan, gönülleri gören, o gönüldeki cevheri, közü, özü gören keşfeden, pişmeye, yanmaya hazır olanları tespit edendi Ateşbâz!
Ateşle oynayandı, gönüllerdeki Hak sevdasını, Hak ateşini, bulup çıkarandı!
Aş nerde?
Aşçı nerde?
Mutfak nerde?
Kazan nerde?
Kepçe nerde?
Bir türlü kapanıp gitmedi bu yalan-yanlış perde!
Gönül denen o dünyada ne pilav var ne zerde!
Mevlana’nın yaşadığı dönemde Mevlevihane yok!
Dergâha benzer bir yeri yok,
Mübareğin tek gözlü bir evi var.
Ne konağı?
Ne o konakta hizmet edenler?
Ne de aşçısı?
Yok kelimesi gayet açık!
Yok kelimesi daha ne desin, yoktan anlamayana!
*****
Aşçı Dede ne mi pişirecek Konya’da? Pilav! Zaten bütün hikayeler pilav üstüne! Hele pilav etten görünmüyorsa elinde sağlam bir kaşığında varsa korkma! Sonra gelsin pilav hikayeleri!
Ateşbâz bir pilav pişirmiş, kazanlar taşmış, Konya’nın tamamı doymuş o pilavla…
Yalandan kim ölmüş? Menkıbe çok, tevatür çok, anlatan yanına eklemeler, süslemeler ilave edip, neler anlatıyor, neler!
O pilav işte bu pilav deseler, inanmaya çoktan hazırız!
Ateşbâz ve Aşçılığı yan yana getiren biz!
İki kavramı kaynaştıran biz!
Biz yaptık oldu diyen yine biz!
Olmayan bir mutfağın aşçısı olur mu?
Arkadaşlar neredeyse yemin edecekler!
O derecede inanmışlar ki Ateşbâz’ın Mevlânâ’nın aşçısı olduğuna…
Bu trajikomik Aşçı Dede meselesine neden bir nokta konmaz bilemiyorum!
Ya da işin aslı neden anlatılmaz!
Bu işi organize edenler, neden işin gerçeğini, hakikatini araştırma, gerçeklerle yüzleşme konusuna eğilmezler?
Ateşbâzlık bir makam!
Aşçı Dedeyi kim bulduysa, kim icat ettiyse çıksın o benim, çok pişmanım, Ateşbâz-ı Veliden de, Mevlânâ’dan da özür dilerim desin de bu mevzuyu kapatalım artık!
*****
Konya oldukça geniş bir yemek kültürüne, tam anlamıyla ortaya konmayan, tanıtılmayan, tanıtımında halen eksiklikler olan Selçuklu Saray Mutfağına sahip.
Gastronomide marka şehir olmasının önünde bir engel olduğunu da düşünmüyorum. Oldukça değişik lezzetlere ve yemeklere sahip olan Konya denizleri geçip çaylarda boğulmak zorunda değil!
Aşçı Dede gibi hiç olmayan bir ifadeye, başlığa ve yaklaşıma da ihtiyacı yok!
Ateşbâz-ı Veliyi ve Mevlânâ’yı incitmek hiç hoş değil! Gelin, Ateşbâzlık makamını ve Ateşbâz-ı Veliyi boğazlar meselesine malzeme yapma hatasından ve yanlışından dönelim!
Yanlışta ısrar iyi değil! Yanlış yanlışı getiriyor! Festival yetmiyor, pekişsin diye bir de Aşçı Dede sempozyumu yapıyoruz! Kim ki bu yapılanlara vefa diyorsa, vefa alıp başını gideli çok oldu!
Gerçek Allah dostlarının, gerçek gönül sultanlarının yemekle-içmekle, mutfakla, sarayla, köşkle, konakla bir işi olmamış. Onları oralarda arayanlar nafile aramışlar.
Mevlânâ kendisine sunulan, konakları, köşkleri, sarayları elinin tersiyle itmiş bir gönül adamı!
Yaşadığı dönemde, Mevlânâ köşkü, Mevlânâ konağı, Mevlânâ sarayı diye bir yer yok!
Üçler mezarlığında yatan Allah dostlarından Ahmet Haki Efendi, diyor ki, “Erenler bulunmaz kaşanelerde / Olursa bulunur viranelerde”
Kaşane, köşk demek!
Ahmet Haki Efendi diyor ki, gönül adamlarını, Allah’ın Veli kullarını köşklerde aramayın, onlar köşklerde oturanların virane dedikleri yerlerde bulunurlar. Çünkü dünya malına tamah etmezler, parada pulda, şanda şöhrette gözleri yoktur.
*****
Şimdi bazıları, Aşçı Dede hikayesi tam bir pişmiş aştı. İçinde aş vardı, aşçı vardı. Hikâye vardı, efsane vardı, masal vardı, menkıbe vardı!
Ne olmuş Ateşbâzı, Aşçı Dede yaptıysak?
Neticede öyle böyle pişirdik getirdik aşı! Senin yaptığın “Pişmiş aşa su katmak” diyebilir! Öyle düşünebilir!
Ne demiş atalarımız, “Gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş” Bu aş gönülsüz aş, ya karın, ya baş ağrıtan cinsten.
Tekraren yine soruyorum!
Doğruyu söyleyecek, anlatacak, ortaya koyacak, Ateşbâzı Veliyi, Aşçı Dede olmaktan kurtaracak bir Allah’ın kulu yok mu?
İçinde Ateşbâz ve Aşçı Dede geçen son Gastronomi Festivali, son sempozyum budur diyecek olan da kabul!