“Aşk, bir denizdir, gökyüzü bu denize bir köpük. Aşk, Yusuf’un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder. Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı, dünya donar kalırdı.” Hz. Mevlâna.
Aşk nedir?
Varoluşun ve varoluşumuzun yegâne sebebi midir?
Yoksa aşk “Allah’ı bilmek ve tanımak” mıdır?
Aşk; “göklere uçmak”..
Aşk; “kendini fâni istek ve arzulardan kurtarmak”..
Aşk; “dünyayı görmezlikten gelmek”..
Aşk; “geldiği ve gideceği yeri düşünmek, kendini bulmaya, anlamaya çalışmak” mıdır?..
Sâhi, aşk nedir?
Oraya buraya söndürülebilen veya çekilebilen elastiki bir şey midir?
Yoksa aşk; iki seven insanın birbirine “seni seviyorum” diyebilmek midir?
Yoksa aşk; bir duygu seli midir?
Yoksa aşk; gönülde coşan hislerin, arzu ve ihtirasların bir bütünü müdür?
***
Gece gündüze, karanlık ziyâya, su balığa ve balık suya ne kadar hasretse; ben de aşka o kadar susamış bir insan olarak varlığın özü olan sevgiye, sevgiliye olan muhtaçlığımın acı ızdıraplarını, hüzünlerini de o derecede yaşamışımdır.
Aşkı ve sevgiyi çok geç de olsa yakalayan bir insan olarak bu güzel duyguların adına ister aşk deyin, isterseniz sevgi; nasıl anlatılabilir ki…
Aşk, yoksa “Anlatılmaz, yaşanır” mı?..
Aşk; yoksa “ucu kıyısı olmayan, muallâkta duran bir deniz” midir?
Âşıklık; “ister nefsânî olsun, ister ruhânî olsun, sonunda bizi ötelere götürecek bir rehber” midir?
Molla Câmî’nin, Mevlâna Dergâhı’nın giriş kapısının üstündeki levhada yazılı “Burası âşıkların kâbesidir! Buraya noksan gelen, tamamlanır” sözünden yola çıkarak aşka ve sevgiye meyli olmadığı için hırs, kin, savaş ve onun bunun malında gözü olan günümüz insanı; gönül ilacını yazan manevi hekimlerin aşk ve sevgi reçetelerine o kadar muhtaç ki..
Ben Bâb-ı Dervişân’dan adımımı attığım Huzur-u Pir’de; heyecanlandığım kadar Yüce Yaratıcı’nın biz erkeklere emanet ettiği o güzel varlık karşısında o kadar heyecanlanmamıştım. Kalbimin ince derinliklerinde çağlayan ve gönlümde ummanlara dönüşen o güzel duygu ve heyecanı, o kadar çok arıyorum ki..
Sahi, aşk yoksa bu mudur?..
Yoksa biz, Hazret-i Pir’in dediği gibi “aşk çocukları” mıyız?
Yoksa, yoksa bizim “anamız aşk” mıdır?..
“Peygamberimizin yolu aşk” olduğuna göre; aşk bizim anamız ve biz de onun sevgili çocuklarıyız…
Hollanda Amsterdam’da, Universium’da üç boyutlu olarak seyrettiğim ve bir yerde insanı da anlatan uzayla ilgili bir film, “biz yıldızların çocuklarız” diye son bulmuştu.
Âdem ile Havva yasak olan hangi “aşk meyvesi”ni yediler ki imtihan olunmak üzere cennet yıldızından yeryüzüne, nasıl indiler?
O halde bizler; “aşk çocukları” olarak bizi Yaradan’a nasıl âşık olmayalım ve sevmeyelim ki...
Atmosfere sürtünen demir gibi bedenler nasıl yanıyorsa, aşk ateşinin düştüğü gönüller nasıl kavrulmasın ki..
Gelin bundan sonrasını Aşk Eri olan Mevlânâ’dan dinleyelim:
“Aşk, bir denizdir, gökyüzü bu denize bir köpük. Aşk, Yusuf’un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder. Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı, dünya donar kalırdı.”
YARIN: Mevlâna’ya göre aşk…