“Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyleyeyim/ Asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum/ Dilin tesiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır/ Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı/ Aşkı, âşıklığı yine aşk şerh etti.”
MEVLÂNA’YA GÖRE AŞK
“Büyük mutasavvıf ve mütefekkir Mevlâna’nın hayatı ve eserleri aşk üzerine bina olunmuştur. Onun gerek Tebrizlî Şems ile olan münasebetinde, gerekse dini algılayışında hep aşk ön plandadır. Zirâ Mevlâna’ya göre her şeyin temelinde aşk vardır. İnsanın dünyaya gönderiliş sebebi aşktır. Cennetten yeryüzüne gönderilen insan, yeryüzünde hep bir arayış içinde olmuştur. Çünkü sevdiğini geride bırakmış, yeryüzü gurbetinde kaybettiği gerçek sevgiliyi aramaya koyulmuştur. İslâm tasavvufunda beşeri aşktan ilahi aşka doğru bir merhale söz konusudur. Büyük Mütefekkir ve Mutasavvıf Mevlâna’nın hayatı ve eserlerinde aynı merhaleyi görmek mümkündür. Mevlâna’nın özellikle Şems ile tanıştıktan sonra gerek emeli gerekse ilmi yönden büyük bir aşkınlık gösterdiğini ve kâinatı aşk ve hikmet gözlüğüyle okuduğunu görürüz.
Öyle ki bütün dünyayı aşk gözlüğüyle tanımlar ve anlamlandırmaya çalışır. Hatta ona göre yalnızca insan değil, evren aşk üzerine hareket eder, mevsimler aşk ile dönüp durur. İnsan - evren, insan - Allah ve tabiat – Yaratıcı münasebeti hep aşk üzerine şekillenir, insanla Allah arasındaki ilişki bile aşka dayalıdır. Büyük eseri Mesnevî'sinde şöyle der:
"Toprak beden, aşktan göklere çıktı; dağ oynamağa başladı, çevikleşti
Ey âşık! Aşk; Tur'un canı oldu Tur sarhoş, Musa’da düşüp bayılmış...
Her şey maşuktur, âşık bir perdedir. Yaşıyan maşuktur, âşık bir ölüdür
Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!
Sevgilimin nûru önde, artta olmadıkça ben nasıl önü, sonu idrak edebilirim?
Aşk, bu sözün dışarı çıkıp yazılmasını ister; ayna gammaz olmaz da ne olur?"
Bu şiirde de görüleceği gibi Mevlâna, hayatını ve eserlerini aşk ve sevgi üzerine oturtmuştur. Bu kendisinde o denli ete kemiğe bürünmüştür ki, dinler ve ırklar üstü bir hal içine girmiştir. Öyle ki, doğusuyla batısıyla herkesi derinden etkileyen ve anonimleşen o meşhur “Ne olursan ol yine gel…” söz bile bu aşktan ilham alarak söylemiştir. Çünkü ona göre aşk, insanı bütün her şeyden arındırır. Aşk, bir haldir, bu hal anlatılmaz ancak yaşanır. Ve o aşkı şöyle tanımlar:
"Aşklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.
Âşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk Tanrı sırlarının usturlabıdır
Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyleyeyim...
Asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum.
Dilin tesiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır
Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı.
Aşkı, âşıklığı yine aşk şerh etti.”
Yukarıda ki şiirlerde görüleceği gibi Mevlâna, aşkı tanımlamaktan kaçınmış hatta onu tanımlamayı “mahcupluk” olarak addetmiştir. Çünkü yaşanılan bir halin kelimelerle ifadesi mümkün değildir. Hatta daha ileri giderek onu tanımlamayı “çamura saplanmış eşek” in haline benzetmiştir. Mevlâna'ya göre aşk bir arayıştır. Ruhun, yüce yaratıcıyı aramasının adıdır. İnsanoğlu bu yüzden dünyada hep bir gariplik, bir eksiklik, bir yalnızlık çeker. Çünkü sevgilisini (yaratıcıyı) kaybetmiştir. Onu bulmayana kadar ona rahat yoktur. Bu yüzden doğuştan âşıklık istidadı gösterir. Mevlâna bunu bir rubaisinde "Bizim, sarhoş olmamız için şaraba ihtiyacımız yoktur" diyerek dile getirir. Zira sarhoşluk, gerçek anlamıyla âşıklık doğuştan insanoğlunda var olan bir özelliktir.
Roman ve şiirlerde aşk daha çok marazi bir duygu olarak ele alınır. Aşk derttir, acıdır, ızdıraptır. Mevlâna'da ise aşk, zevktir, coşkudur dahası hayatın kendisidir.
Her satırı aşk ve vecd ile yazılan, derin düşünce ve tefekkür ile kaleme alınmış olan Büyük mütefekkir ve mutasavvıf Mevlâna’nın hayatı ve eserleri aşk üzerine seyreder. Her satırında aşkınlık ve hikmetin fışkırdığı rubailerinde ise aşk, bir haldir, yaşanır ancak tanımlanamaz. Onun eserleri ise, yaşadığı bir halin gayri ihtiyari dışa yansımasından başka bir şey değildir.
"Cihan bir dağdır, bizim yaptıklarımız ses, seslerin aksi yine bizim semtimize gelir" diyen Mevlâna, aşkı göz ve ruhta arar ve; "ölülerin aşkı ebedi değildir" diyerek aşkı yaşamanın ve duyumsamanın ancak uyanık bir ruhun yapabileceğini söyler.
YARIN: Mevlânâ’dan ‘aşk’ ve ‘sevgi’ sözcükleri..