Mutfak Kültürü’müzün vazgeçilmezleri arasında ilk başta “sofra açmak” geliyor. Batı kültürü ile Doğu kültürünü ayıran özellikler arasında sofra açmak tabiri, peygamberi bir gelenek olduğundan önemi büyük.
Mevlâna’nın aşçıbaşısı olan Ateşbâz-ı Velî’yi önce Türkiye’ye ve daha sonra Dünya’ya anlatarak tanıtmak adına çıkılan yolda, zannedersem üçüncüsü düzenlenen ve Meram Belediyesi’nin öncülüğünde ilk defa değişik bir formatla organize edilen Ateşbâz-ı Velî Mutfak Kültürü Günleri, neden ilgi görmedi veya sönük geçti?
Bir başka deyişle Meram Belediyesi bu etkinlikte acaba neden yalnız bırakıldı?
***
15 Temmuz’da yaşanan bir darbe kalkışmasının ülkemizi ve insanımızı ne denli etkilediği ortada. Meram Belediye Başkanı Fatma Toru, ilk gün yaptığımız sohbette Mutfak Günleri’nin formatıyla ilgili düşünce ve fikirlerimi yazmamı istemişti.
İşe nereden başlasam ki…
Daha ilk gün büyük bir imtihana tabi tutulduk,
Konya’mızı müşerreflendiren yazarlarımız Beşir Ayvazoğlu, İskender Pala ve ‘Yemek Kitabı’nın yazarı M. Sabri Koz’u fırtınalı bir havada karşıladık.
Başkan Toru, daha ilk gün Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nde bu günleri takip etmek için Konya’ya gelen Fatma Hanım’la birlikte “Yelbâz” ile büyük bir sınamadan geçti.
***
Edebiyatımızda Yemek Kültürü’nü anlatan yazarlarımızı dinlediğimde, bu konuda ne kadar geri kaldığımız ortaya çıktı. Konya adına kendi yerel ve millî yemek kültürümüzü tanımadığımız gerçeğiyle karşılaştım.
Bir Konyalı olarak eski yemek kültürümüzün mutfaklarda anneler vasıtasıyla kız çocuklarına aktarımında, nesilden nesile nasıl kopukluklar yaşandığını kendi akrabalarımdan gözlemlemeye çalıştım. Yemek Kültürü’nün uygulamalı olarak evlerden başlatılıp kız meslek okullarında devam ettirilmesinin ne denli önemli olduğunu bu günleri takibinde anladım.
Allah’ın bizi neden sevmediğini de…
İskender Pala, İmam-ı Şafi’den misal verirken ne kadar yemek yememiz gerektiği hususunda kendisine sorulan soruya cevap verirken; yerden bir taş almış ve “bir köpeği kovalamak için köpeğe attığınız taş kadar” demiş. Bu kadarı yeter mi diyenlere de “o kadarı sizi taşır, ondan ötesini siz taşırsınız..” diye cevap vermiş.
İskender Bey, yemek yediğimizi ama paylaşmasını unuttuğumuzu, pazar alışverişinden döndükten sonra doldurduğumuz fileden aynısını ihtiyacı olan komşuya da verme kültürünü kaybettiğimizi de hatırlattı. Hiç unutmam. Rahmetli babam, pazar alışverişine devamlı beni götürürdü. O eski delikli filelerden 3-4 adet sebze ve meyve doldururdu. Bunlardan iki fileyi ben Muhacir Pazarı’ndaki halamın evine bırakır, sonra “Pırpır” dediğimiz dolmuşa binerek Büyük İhsaniye Mahallesindeki evimizin yolunu tutardık.
Rahmetli annem hiçbir şeyi boşa götürmezdi. Kuruyan ekşi mayalı ekmekleri atmaz, biriktirir ve patlıcanlı tirit yaparak üstüne de hakiki tereyağını cas diye döktükten sonra bir güzel yerdik.
Okuma yazma bilmeyen annem, sofrada dört çocuğunu karşısına alır; “İsraf büyük günahlardandır ve harama girer. İsraf ederseniz ve Allah’ın nimetlerini çöplüğe atarsanız Allah sizi sevmez” derdi.
İsraf eden kulunu ve kullarını Allah niye sevsin ki…
Allah İsraf Edenleri Sevmiyor
Ateşbâz-ı Velî Mutfak Kültürü Günleri’nin formatı içerisine; “israf kültürü ve müsrif insanı” da yerleştirmek lâzım.
Günümüz Türkiye’si ile 21.yüzyıl dünyasında israf diz boyunu aştı.
İsraf edilen nimetlerin başında ise, sofraların vazgeçilmezi olan ekmek geliyor.
“Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz; çünkü Allah israf edenleri sevmez” ayetini okuduğumda;
“Allah bizi niye sevsin ki…” dedim.
Beş yıldızlı otel ve lokantalardaki israfın haddi hesabı yok.
İnsan bir kere aslını ve nereden geldiğini unutmaya görsün…
Hayvanlık tarafı birden ortaya çıkıveriyor..
AZİZİM DİYOR Kİ…
Yemek kültürünün daha eskilere uzanan ipuçlarını Çatalhöyük’deki arkeolojik kazılarda ortaya çıkan kap kacak ile o dönemin insanlarının nelerle beslendiklerine dair elde edilen bilgilerden de öğrenmek mümkün.
Bu formatın içine Çatalhöyük’ü de katmakta fayda var.