Konya Gastronomiyle bayağı bir geç tanıştı. Konya Mutfağı, oldukça seçkin lezzetlere sahip olan Selçuklu Mutfağıydı aslında. Ancak, biz Selçuklu konusuyla pek bir barışık değildik.
Ne tarihiyle, ne tarihi eserleriyle, ne Selçuklu Sultanlarıyla, ne Medeniyetiyle ve tabi ki, ne de yemek kültürüyle…
2010 yılında, Ateşbaz-ı Veli, Aşçılığın ve yemek kültürünün simgesi olarak, Anadolu Halk Mutfağı Derneği tarafından İstanbul’a götürülmüştü! Ateşbazın İstanbul’da ne işi vardı diye ne dün soran oldu, ne bugün olacak!
Ateşbaz-ı Veli, 2014 yılında çok şükür ocağına yani Konya’ya geri döndü.
2010 yılında İstanbul’a giderken, Ateşbazın yeri yurdu Konya’dır diyen, tepki gösteren, ne yapıyorsunuz, nereye götürüyorsunuz diyen de olmamıştı!
Neden sahiplenilmemişti? O günlerde, kimse bu işin üzerinde de durmadı, üzerine de gitmedi!
Neticede Ateşbazı, İstanbul’dan Konya’ya getirmeye muvaffak olduk dendi.
Çarenin, her zaman olduğu gibi, Konya dışında olduğundan kimsenin şüphesi yoktu! Soluğu Ankara’da almak, İstanbul’da almak gibi düşüncelerden Konya hiçbir zaman vazgeçmedi!
Oysa, Konya’nın derdinin dermanı, bu şehrin kendisinde, ruhunda, özünde diye hiç düşünülmedi!
Öyle olduğu içindir ki, o günlerde şöyle bir soru sorulmuştu!
Ateşbaz-ı Veli’nin türbesi hangi şehrimizde? İstanbul’da mı, Konya’da mı?
Belh şehrinden Mevlana ailesi ile birlikte geldikten sonra, hangi şehrimize yerleşti?
İstanbul’a mı, Konya’ya mı?
Ömrünün geri kalan kısmını nerede tamamladı? İstanbul mu, Konya mı?
Mevlana’nın mutfağının hangi şehirde olduğunu biliyor musunuz?
a)İstanbul b) Konya
Bütün bu soruları, bile bile “Pardon, İstanbul muydu acaba?” , “ Yoksa Konya mıydı? “ diye cevaplamaya çalışanlar için, tarihten bir örnek verelim isterseniz!
Mevlana ailesi 1229 yılında Konya’ya geldiğinde, İstanbul, Doğu Roma’nın yani Bizans’ın Başkentiydi, İmparatorda II. Yannis Komnenos’du.
Konya, Anadolu Selçuklularının taht merkezi yani Başkenti, Alaeddin Keykubad’da Selçuklu Sultanıydı.
Bu kesin tespiti yazalım ki, yok ben yanlış anladım, demek ki yanlış duymuşum, aklımda yanlış kalmış diyenler hem yanlışlarından, hem de İstanbul’dan Konya’ya geri dönsünler!
ATEŞBAZ KONYA’YA DÖNDÜ VE AŞÇI DEDE OLUVERDİ!
Konya’yı yerinde, öz yurdunda tanıtmak varken, Konya’da Konya Günlerini, bütün Türkiye’ye yaşatmak varken, Ateşbaz, İstanbul’a götürülmüştü ya…
Kimse üstünde durmadı, işin aslını, faslını araştırmadı, ne kafa yordu, ne akıl aşındırdı!
Ateşbaz, İstanbul’dan Konya’ya döndü, ocağında ve yurdunda, yüzyıllar sonra Aşçı Dede oluverdi!
Hikaye kısaca şöyle gelişti; 2010 yılında Anadolu Halk Mutfağı Derneği tarafından İstanbul’da Ateşbaz-ı Veli Mutfak Kültürü Etkinlikleri adı altında başlayan etkinlikler adı altında, Konya’dan ayrılan Ateşbaz, 2014 yılından itibaren yine Mutfak Kültürüyle alakalı etkinliklere konu oldu.
2017 yılında, “Ateşbaz-ı Veli Aşçı Dede Mutfak Kültürü Günleri” adı altında Meram
Belediyesince icra edilen etkinliklere dönüştü.
En son 27-29 Eylül 2018 tarihleri arasında, Tüm Restoranlar, Lokantalar ve Tedarikçiler Derneği (TÜRES) ve Meram Belediyesinin organizasyonuyla düzenlenen "Ateşbaz-ı Veli Aşçı Dede Mutfak Kültürü Günleri", yapılırken, 2019 yılında benzer bir etkinlik yapılmadı!
2020’de durum ne olacak, şimdilik kaydıyla bilinmiyor!
O günlerde, Meram belediyesine devredilen ve restorasyonu tamamlandıktan sonra tarihi Tantavi Ambarında bu programların icra edileceği duyurulmuştu.
Yine o günlerde yapılan açıklamalarda;
“Ateşbaz-ı Veli, 12. yüzyılda adına türbe yapılan dünyadaki ilk aşçıdır. Aşçı olmasının yanında başka özellikleri de var ama gastronomi çevreleri açısından bu özelliği çok önemli. Çünkü o dönemde Avrupa’da mutfağın söz konusu bile olmadığını hepimiz biliyoruz.” denmişti.
GASTRONOMİ ŞEHRİ OLMANIN NERESİNDEYİZ?
Gastronomi şehri olmayı istiyor muyuz? Ya da ne kadar istiyoruz? Yemek kültürüyle ilgili tam anlamıyla tanıtımlar, günler, festivaller yapamamışız. Yaptıklarımız sınırlı kalmış!
Türkiye’miz, değişik tatların ve lezzetlerin ülkesi olsa da, biz bu lezzet duraklarının neresindeyiz sorusunu sormakta bile oldukça geç kalmışız!
Yine de Konya, etli ekmek ve bamya çorbası gibi lezzetleriyle gastronomların, gurmelerin dikkatini çekmesiyle, gerçekten nefis lezzet markalarıyla belirgin bir şekilde yol alan şehirlerin arasında.
Ancak, Gaziantep ve Hatay’ın oldukça gerisinde! Çünkü, Dünya’nın Tescilli Gastronomi Şehirleri arasında ülkemizden sadece Gaziantep ve Hatay var!
UNESCO tarafından dünya üzerinde 26 şehir Tescilli Gastronomi şehri olarak ilan edilmiş durumda.
Gaziantep ve Hatay bu şehirlerden!
Konya, Tescilli Gastronomi şehirleri arasına mutlaka girebilmeli, bundan sonraki çabası ve gayreti bu olmalı. Ateşbazı Veli’ye, Aşçı Dede olarak bakılmasının ve kabul görülme çabalarının takdirini ise, okurlarımıza bırakıyorum.
“HANGİ KİMSEDE TEFEKKÜR VARSA, O KİMSE İÇİN, HER ŞEYDE İBRET VARDIR!”
En yaygın ismiyle Ateşbaz-ı Veli, yani Yusuf bin İzzeddin diyor ki, “Hangi kimsede tefekkür varsa, o kimse için, her şeyde ibret vardır.”
Biz gündelik düşünenler, günü kurtarmak için düşünenler, tefekkür edememekten, ibret alamamaktan ne çektiğimizi henüz anlayabilmiş değiliz!
Ateşbaz-ı Veli’yi, Aşçı Dede yaptık çıktık. Defalarca, onun adıyla Mutfak Kültürü ve Mutfak Kültürü Ödülleri düzenleyip, merasimle verdik!
Böyle törenlerde, Ateşbazın mana mutfağı dile gelmedi, açıklamaların ve cümlelerin arasında kayboldu gitti! Baltayı taşlara vurduğumuzu anlamadık, anlamadığımız gibi, Aşçı Dede yaklaşımı hoşumuza gitti, bayıldık!
Ateşbaz-ı Veli kim miydi? Hz. Mevlana’nın gönül mutfağının başına memur ettiği, gönül erlerinden bir er! Görevi ne miydi? Mana ateşinin yandığı ocağın başında durmak!
Bu ocak, çiğlerin, dünya ateşine dayanamayanların, mangalda kül bırakmayanların, hava atanların, akıllarının ermediği, öyle ateş mi, öyle ocak mı olurmuş dediği bir ateşin yandığı ocaktı!
Ateşbaz, Farsça ateşle oynayan demekti! Ancak o ateş, ne sihirdi, ne büyü, ne de İlizyon!
O ateşe dayanabilen, o ateşte yanmayan ancak ve ancak gönüldür denmişti.
Ateşbazın mutfağına, ancak mana ateşlerinde yanmak için gelinirdi!
Aşkın, yemekle, içmekle, ödüllü yemek yarışmalarıyla bir bağlantısı, ilişkisi ve alakası olabilir miydi, düşünülebilir miydi?
Ateşbazlık makamının manevi bir makam olduğu her nedense göz ardı edildi. Aşçı Dede yaklaşımına gelince, bu yaklaşım, ne o gün, ne bugün Ateşbazı incitmekten başka bir işe yaramadı!
Yemek yarışmalarından sonra, dereceye giren aşçı kardeşlerimize, Ateşbazın izinden gidiyorlar, onlar artık Ateşbazın Aşçıları demedik mi? Oysa Ateşbazın mutfağı, gastronomiden uzak, gurmelerden uzak, gözü değişik tat ve lezzet arayan boğazlardan ve midelerden uzak, bir mana mutfağıydı.
Ancak, biz onu ve onun mana mutfağını, getirdik koyduk, yalan dünyanın tam ortasına!
Kim dediyse, nereden duyduysa, Ateşbazın asli görevinin dünyevi bir aşçılıktan, yemek pişirmekten ve aşçı yetiştirmekten, ibaret olduğunu ispat etmeye kalktık!