Yaşanılan, çekilmeye çalışılan Ortadoğu bataklığı, petrol uğruna yanı başımızda yaşanan katliamlar, vatandaşlarımızın ve sınırlarımızın güvenliği, İran, Rusya, Yunanistan, Kıbrıs, Suriye, Ermenistan…
Bu Türk’ün kaçıncı “Ateşle dansıdır” bilinmez… Bilen varsa buyursun. Türkiye’nin coğrafi konumu, “çekiçle-örs” arasındadır… Tarih, yüzyıllardan beri Türk’ün ateşle yaptığı dansı seyrediyor. Haddeden geçirilen “nezaket” değil, Türk’ün hayat duruşudur. Kızgın potalarda kaynatılan, her türlü belaya, musibete karşı gösterdiği sabırdır. “Örs’le çekiç” arasında dövülen tarihi tecrübedir. “Yari güzel olanın gözünü uyku tutmaz” derler. Vatan için uykumuz da yoktur.
Sinek örümceğin, örümcek kurbağanın, kurbağa kertenkelenin, kertenkele farenin, fare kartalın, kartal tilkinin, tilki de aslanın pençesinde. Yaşanan kurtuluş savaşları ve iki dünya savaşından elde edilen kanlı tecrübelerden sonra ortaya konan “Dünya Hukuku” çalışmaları bir hikayeden öteye gidememektedir. Büyük bir iştahla dahil olduğumuz sözleşmeler, AGİK’ler, Helsinki Senetleri, Paris şartları, BM kararları, Kopenhag kriterleri esasta, “Ben ıslık çalarım, sen oynarsın” tarzında bizim başucu masalımızdır. Aslında bu belgeler eşit iki aktör arasında imzalanıyor gibi kabul edilse de zayıf, “Hah ben tanındım, haklarımı aldım, ezilmekten kurtuldum” akılsızlığıyla kendi saflığını yansıtırken güçlü, “Hah, bunu da oyuna dahil ettim. Artık sadece benim borum ötecek, kuralları ben koyacağım” akıllılığıyla kendi Şark Kurnazlığını ortaya koymaktadır.
Bu da ateşin en acı dansıdır.
Bu doğru mudur, yanlış mıdır?
Tartışması abesle iştigaldir…
Elbette ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, muasır medeniyet seviyesi, bu necip milletin hak ettiği ve varmak istediği ana hedeftir.
Ama benliğimizi kaybetmeden…
Ruhumuzu vermeden…
Güçlü taraf vurgusuyla ve edasıyla…