Baktığımızda konjonktürde insanlar siyasete iki sebepten giriyor: Hizmet etmek ve zengin olmak için. Dava diye bağıranlar hak davası değil, kişisel çıkar ve menfaat davaları doğrultusunda ceplerini doldurup sessizce yol alıyorlar. Günümüzde 1. madde pek önemsenmezken 2. madde olmazsa olmazlar arasında. Halk arasında "bal tutan parmağını yalar" bilinci hakim. Bürokraside ise "ama onlar yapıyor" diye örnek alıp "biz de yapalım" bilinci var. Olumlu hizmetlerde kıyas yapmayanlar olumsuzlukta rant peşinde koşuyorlar. Menfaatin ve kişisel çıkarların ideolojisi partisi, sosyalisti, solu, sağı, liberali, muhafazakarı olmuyor. Bir anda çizgiler eşitlenebiliyor. Medyada her gün farklı partilerin belediye yönetimlerinde aile fertlerine dair haberlerle karşılaşabiliyoruz. Akrabalarının, eşlerinin ve dostlarının etkili ve yetkili konumlara getirildiğini görüyoruz. "İşi ehline verin" hadisini yanlış anlamışlar. Uygulamada büyük yanlışlıklar var maalesef. Haktan ve hakkaniyetten uzak, rant odaklı ihaleler, lüks harcamalar, hediyeler derken aziz milletimizin parası kişisel menfaatler uğruna heba edildiğini görüyoruz. Böyle durumlarda siyaset ve siyasiler Hz. Ömer değil, turist Ömer olmayı tercih ediyorlar.
Lütfi Paşa'nın "Âsâfnâme" isimli risalesini yeniden okudum. Risale, devlet adamlarına tavsiyede bulunmak maksadıyla kaleme alınmış.
Sadeleştirilmiş bölümden iki cümleyi paylaşmak isterim: “Vezir, padişahı mala yönelmekten ve mala düşkünlük yoluyla vebalden korumalıdır.” “Haramilerin ve hırsızların suçlarını, hediyeler yoluyla affetmekten sakınmak gerekir.” Rüşvet, devlet adamı için tedavisi olmayan bir hastalıktır.
Bakanlardan, milletvekillerinden ve bürokratlardan belediye başkanlarına kadar devlet yönetiminde yer alanların ticari faaliyetlerini durdurması ahlaki bir sorumluluktur. Yoksa haksız rekabet ve istimal kaçınılmaz olur. Lütfi Paşa'nın da şikayetlerinden biri budur: “Makam sahiplerinden kiminin pirinç tüccarlığı yapması, kiminin de evini ıtriyat dükkânı haline getirmesi gerektir.” Böyle yapılırsa, milli servetin kişisel servetlere doğru aktığını görürüz.
Sağdan soldan birçok siyasetçinin gencecik çocuklarının bile büyük şirketlerin sahibi olduklarını görüyoruz. Ne yapmış, nasıl almışlar? Şehrimizin iki rakip belediye başkan adayının belki de tek ortak noktası buydu.
Biz yine atalar sözüne itibar edelim: Kanaat gibi devlet olmaz. “Feragat faslının meşhur, menfaat faslının meçhul simalarından” olmak iyidir. Emin Işık Hocamızın "Devleti Kuran İrade" isimli kıymetli eserinde şöyle bir ikaz var: “Devlet, servet ve marifet aynı kişilerde olamaz, olmamalıdır. Bizim felsefemiz budur. Buna aykırı bir çabanın içinde olan varsa, yanlış yoldadır, tez bu yoldan vazgeçmelidir.”