Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarından itibaren, pulluğun, traktörün, biçerdöverin ilk olarak girdiği, tanıtıldığı, uygulamasının gösterildiği, o dönemin ziraatçilerinin köy köy gezip ziraati ve tarımı anlattıkları Anadolu’nun tek Vilayetiydi Konya!
Konya’dan yayılıp gitmişti ilk tarım hamleleri ve tarıma dair her yenilik!
Âtıl kavramının onlarca yıl kabul görmediği, anlamının bilinmediği, sonradan bir tanışıklık kazandığı bir şehirdi.
Basınımız, âtıl arazilerin ekonomiye kazandırılmasında ilk destek Konya’dan benzeri başlıklar atmış!
Âtıllık ve Konya!
Âtıllık yakışmaz, hatta hiç yakışmadı bu şehre…
Bildik bileli, yan yana durması dahi oldukça manidar iki kelime olarak kabul gördü!
İki benzemeyen! İki benzeşmez! İki ayrı kutup!
Bir araya getirilseler de, birbirlerini hiç sevemediler!
Kabullenemediler!
Dünden bugüne küs durdular, küs oturdular!
Haberi olmayanlar oldu, olsa da haberi yokmuş gibi davrananlar oldu.
Olan döndü dolaştı hep Konya’ya oldu!
Âtıl denen kavram Konya’ya uyum sağlayamadı, Konya âtıla!
Yan yana, hatta iç içe durdular amma, sevemediler birbirlerini….
Hiç hazzetmediler birbirlerinden…
Âtıl ne tarıma uydu, ne kültüre, ne de tarihi dokusuna şehrin!
Bu şehirde tarım dendiğinde akan sular dururdu!
Buğday denince Konya bilinirdi hep, sonra Pancar geldi. Konya buğdayı, Konya pancarı, ardından Konya fasulyesi, Konya patatesi, Konya lalesi, Konya havucu…
*****
Âtıl başımızın püsküllüsü. Gözümüzün önünde amma, insan görmeyince görmüyor dediğimiz!
Kendimizce, kestirmeden uygun bir çare bulamadığımız!
Adam sende diyerek bir çare düşünmediğimiz!
Mecburiyetler hasıl olmazsa, aklımıza gelmeyen!
Gözümüzün önünde dursa gitse, görmezden geldiğimiz!
Neden değerlendirmiyoruz demediğimiz…
Nihayetinde âtıl işte, bir şekilde boştu, boş bıraktık, boş kaldı diye unutup gittiğimiz yer!
Şimdi efendim; Âtıl olan, boş vaziyette bulunan, nadasa bırakılan arazilerde hububat ekilecek!
Ekonomiye kazandırma yolunda adımlar atılacak!
Ne mi ekeceğiz?
Hububat, yani buğday, arpa, yulaf falan…
Başka?
Bakliyat!
Yani fasulye, nohut, mercimek, börülce, barbunya…
Yani Allah ne verdiyse…
İthal ürünlerin fiyatlarını gördükten sonra, bakliyata hasret kalıp, market raflarını seyrettikten sonra, akılımız başımıza geldi, ayaklarımız suya değdi!
Sonra!
Sonrasını bir güzel ölçüp-biçip, tartıp düşüneceğiz!
*****
Ayçiçeği çok önemli. Hem o kadar çok önemli ki, âtıl kalan araziler için ilaç gibi. Ayçiçek yağının beş litresi 200 lirayı aşınca, marketler yok satınca, ucuz satan yerlerin kapısında kuyruklar oluşunca, elimizde var mı yok mu, konusunda sorular oluşunca, birde âtıl arazilerimizin olduğu ortaya çıkınca ne yapalım boş kalmasın dedik besbelli!
Daha sonra;
Soya, kanola, aspir!
Âtıl konusu derin bir mevzu, şu ana kadar anlattıklarımız tarımın konusu.
Malum şehrimiz Tarım şehri…
Tarım bizden sorulur!
Tarım şehri olarak bilinen, anılan, Tarım fuarıyla da meşhur!
Konya Ovası, bildik bileli buğday ambarı…
Tarihin ilk hasatlarından birinin yapıldığı ova, bu ova…
Çatalhöyük gibi tarihi bir belge ve miras elimizde…
Belki de eski dünya, pulluğun atası olan ilk karasabanla bu ovada tanıştı…
Bildiğimiz o ki, binlerce yıldır âtıl olmamış, âtıl bırakılmamış bu topraklar!
*****
Recep Konuk Başkanın kulakları çınlasın, kanola ve aspir deyince hemen aklıma o geliyor!
Ayçiçeği üretiminde Trakya’yı geçen, Ayçiçek Fabrikasını yani ham yağ fabrikasını 60 yıl sonra Konya’da Altınekin’de kuran, Konya’ya Konya Patatesi diye yeni bir anlam kazandıran çalışmaların hemen hepsinin mimarı o!Âtıl durumla nasıl mücadele edilir konusu onun en fazla üzerinde durduğu konuların başındaydı! Konya ovasının sulanması da dahil olmak üzere….
Yaklaşık 15 yıl kadar önce, onun için dışarıdan Tarım Bakanı yapılacak adam diye yazmışım.
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan derler ya hani, Konya’ya da, Türkiye’ye de onun gibi bir Tarım Bakanı yakışırdı diye konuşan çok insan dinledim.
Konya Tarım konusunda Türkiye’nin kalbi olan bu şehir.
Bu topraklarda rahmetli Bahri Dağdaş’ın da eli var, emeği var, alın teri var! Toprak kendini seveni, koruyanı , yücelteni hiçbir zaman unutmadı, unutmaz da….
Onun adına kurulan, ancak kıymetini bilemediğimiz, arazisinin bir kısmını âtıl diye mütalaa ederek, üzerine hastane diktiğimiz, Türk tarımına olan katkısını pas geçtiğimiz Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü de, âtıl kavramına kurban ettiğimiz bir tarım kurumu!
*****
Âtıllığın sadece tarımla alakası olsa iyi…Kültür konusunda da benzer durumlar yaşıyoruz. Bedesteni ihya ettik, bıraktık kendi haline….
O bedesten ki, 40 sokağı vardı.
40 sokağında kırk gün kırk gün gece neler yapılmazdı neler…
Anlata-anlata, söyleye-söyleye dilimizde tüy bitti, lakin âtıllık Bedestenin üzerine yapıştı gitti!
Şehir, şenliklere, festivallere, açılışlara, davetlere konu olurdu.
Bedesteni yaptık, bitirdik, seyre daldık!
Seyrettik kaldık!
Parklar bahçeler yaptık, âtıl bıraktık!
Her ne kadar âtıllıkla Konya’nın yan yana durması yakışık almıyor, şehrimize yakışmıyor desek de, yaşadığımız âtıllığın adını bir türlü koyamadık. Belli ki âtıllığa doyamadık!