İnternette Avrupa’da yaşayan bir Türk hanımefendisinin sitemini okuyunca şoke oldum. Yazıma nereden başlayacağımı bilemiyorum. Ülkemde halen Avrupa’da yaşayan soydaşlarımızı kabul edemeyen, dışlayan, onlara yabancı gözüyle bakan, kendini aşamamış, bir takım insan kılıklı yaratıklar var. Ne demeli, ne yazmalı, nasıl yazmalı ve nasıl okumalı, bilemiyorum.
O her şeyden evvel bir anne, bir kadın, bir eş, bir öğretmen, bir Türkiyeli. Bu ülkenin hamuruyla yoğrulmuş, kültürüyle beslenmiş, değerleriyle hayat bulmuş, kader onu 19 yaşında Avrupa’da yaşamaya göndermiş. Türkiye’deki o zamanın zor şartlarında üniversitede okutulmadığı için 19 yaşında evlenerek Avrupa’ya yerleşmiş. 3 çocuğu olmuş. Çoğunun bırakın çocuğuna sahip çıkmayı kendine dahi sahip olamadığı ortamda o eşini, kendini koruduğu Avrupa ortamında çocuklarını, tam bir insan, iyi bir Müslüman, iyi bir Türkiye sevdalısı, iyi bir vatansever, iyi bir milliyetçi olarak yetiştirmiş.
Kendi öz vatanında okuyamamanın acısını orada da çekmiş, çocuklarını okuttuğu gibi kendisi için de durmamış, okullar bitirmiş, eğitimini tamamlayarak diplomasını almış. Daha da eğitimime devam edeceğim diyor. Bu hanımefendi kendi ailesini yetiştirdiği gibi, Türkiyeli veya Asyalı-Afrikalı diğer Müslüman ülke çocuklarının da Avrupa ortamında asimile olup yok olmalarını önlemek için ocaklar, bucaklar, yuvalar kuruyor, derneklerde çalışıyor, milli-ruhi, ahlaki değerlerini korumak için kendi gibi düşünen ve yaşayan bir avuç arkadaşıyla da inanılmaz çabalar harcıyor. Ve de başarıyor.
Mutlaka yurtdışında bulunmuşsunuzdur. Gurbetçi olmak zor iş. Hele de son zamanlarda daha da zor. Bundan 25 sene evvel Danimarka’da yaşayan bir Türk kardeşimizin ilk gittiğindeki yaşam şartlarını anlattığı zaman beraber ağlamış, beraber gülmüştük. Babasının koyun kırkmak için istediği kırpma makasını yabancıya anlatırken, dil bilediği için arkadaşının 3 ayağını bağlayarak koyun gibi meleyip, yerde sürünmesini anlatmıştı.
Bir diğeri kurban bayramında çalıştıkları halde nasıl bayram namazı kıldıklarını; bir başkası çocuklarına yaz okulu açmak ve dinini öğretmek için Belçika’da bir kömür ocağının eğitim kampını nasıl satın aldıklarını anlatmıştı.
Bu ülkede ben Türküm, Müslümanım, Kürdüm, Sünni’yim, Aleviyim, dinliyim, dinsizim, demek kolay. Bunlardan hangisi olursanız olun, onların gözünde “bir yabancısınız”. Tamamda, bu insanlara burada da “bir yabancı” gözüyle nasıl bakılır, sorulmalıdır. Bu anlayış eskilerde kaldı sanıyorduk. Demek ki yanılmışız. Gerekçe, Avrupalı Türkler arabalarıyla yolları dolduruyor, otellerde, lokantalarda, kafelerde yer alıyor, bizim yerli efendilerin yerlerini daraltıyormuş. Yazıklar olsun böyle düşünenlere. Yabancı turist gelsin diye onca çaba harcar, yollarına para dökeriz, bizden birilerini hazmedemeyiz.
Bu hanımefendi ülkesine, öz vatanına veda ederken, Selimiye Camii’nin o muhteşem atmosferini yaşamak istiyor, Edirne’de bir gece konaklıyor. Duyduklarına o kadar üzülmüş ki, ayrılırken ne diyor:
“Gerçekten de insanın vatanı doğduğu yer değil, doyduğu yer galiba. Kurulu düzen, özlenen. Rabbim sağ salim varmayı nasip etsin, yollar bizi bekler. Bizler duyuyor, bakışlardan hissediyoruz: “Şu Almancılar bir gitse” diyen bakışları ve fısıltıları. Alın 11 ay sizlerin olsun bu cennet vatan ama bir ayı da çok görmeyin, gurbetçilere. Bizler sizleri her daim bir kardeş, ana, baba, sahibiyeti ile bekler, baş üstüne taç ederiz, her daim. Sağlıcakla kalın.” Sağlık dilemeyi de elden bırakmıyor.
Ne acı, ne zalimce, ne ahmakça bir duygu, kendi öz çocuklarına bunu hissettirmek. Bu ülkede her şey var, üstelik de bol ve ucuz, bazıları için galiba insanlık yok. Hazıra konan, üretmeden tüketen, çalışmadan kazanan, yorulmadan uyuyan, hasetlikten kendini yiyen; bir sürü tüketici: Ye babam ye.
Sevgili Ayşeler, Fatmalar, Süheylalar, Ali İhsanlar, Anneler, Babalar, eşler, çocuklar. Bu ülke sizin öz vatanınız. Birkaç densize bakıp da kopmayın bizden. Kopmayacağınızı biliyoruz ama ne olur üzülmeyin.
Bu sitemin densizlere bir ders olması dileğiyle; Kalın sağlıcakla.