Türkiye’nin değişmeyen tartışmalarından bir tanesi Ayasofya meselesidir. Ayasofya’nın statüsü üzerinden her dönem bir biçimde tartışma olmakta ancak her hangi bir değişiklikte yapılmamaktadır. Ayasofya’nın müze olmasına karşı muhakkak bir eylem yapılır, basın bu eylem üzerinden Ayasofya ile ilgili bir tartışma başlatır ve sonra kısa süren bu süreç sonunda müze statüsü devam eder.
Siyaset her dönem bu tartışmalarda kendi yerini alır hatta eğer gündem kendi açısından iyi bir zamana denk gelmişse tartışmayı uzatıverir. Ancak sonunda topu taca atar ve Ayasofya, müze olarak kalmaya devam eder.
Son günlerde yine Ayasofya’nın müze olmaktan çıkarılması üzerine bir çalışmanın başlayacağı sinyalleri verilince bu tartışma tekrar başlamış oldu. Televizyon kanallarından gazetelere, siyasilerden tarihçilere, siyasi partilerden dernek/vakıflara kadar herkes yine yıllardır tekrarlanan sözleri tekrarlamaya başladı. Esasında konu ile ilgili kısa bir araştırma yapınca ve geçmiş dönemlerdeki tartışmalara bakınca çok büyük bir değişikliğin olmadığını görebileceksiniz.
Evvela Ayasofya’nın Cumhuriyet döneminde bir süre Cami statüsünde kaldığını söylemeliyiz. Ancak bu sürecin çok uzun sürmediği ve 1931 yılında Amerika Bizans Enstitüsü kurucusu arkeolog Thomas Whittemore, Ayasofya’da çalışma yapmak Türkiye’deki Cumhuriyet yönetiminden izin istediği bilinmektedir.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Amerikalı arkeoloğun Ayasofya’da bulunan mozaiklerin tekrar çıkarılmasına dair bu çalışma iznine onay vermiştir. 1931 yılında verilen bu izin sonrasında 15 yıl süren çalışma 1947’de tamamlanabilmiştir.
Bu süreç devam ederken 24 Kasım 1934’te Ayasofya Camii’nin Bakanlar Kurulu Kararı ile müze yapıldığı bilinmektedir. Ancak Murat Bardakçı’nın geçen yıllarda bir köşe yazısında bahsettiği, Prof. Yusuf Halaçoğlu Hoca’nın değindiği üzere bu belgede kimi tuhaflıklar olduğu düşünülmektedir.
Öyle tuhaflıklar ki belgede bulunan Mustafa Kemal Atatürk imzasında bir sorun olduğu ve imzanın sahte olabileceği anlamı taşıyan ifadelerin bulunması gibi meselenin derinlemesine incelenmesi gerekmektedir.
Öte yandan yine 1995 yılında Ayasofya’nın dönemin Kültür Bakanı Ercan Kabakçı tarafından bir tiyatro grubuna sahne olarak açılması sonrası başlayan tartışmalarda da önemli iddialar ortaya çıkmıştır. Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Oğuzhan Asiltürk’ün ‘’bahsedilen kararnamenin resmi gazetede dahi yayınlanmadığı, bu belgenin sahihliğinin tartışılması gerektiğini’’ söylediğini belirtmekte fayda var. Üstelik bu kapsamda müze statüsünün yasal olmadığına dair bir söylemin de ortaya çıkmış olduğunu görmekteyiz.
Özellikle 1967 yılında Papa VI. Paul’un, Ayasofya’ya giderek dua etmesi sonrası statü tartışmalarının ilk önemli ayağı oluşturulmuştur. Yıllar sonra 2014’te Papa Francis’te Ayasofya’yı ziyarette bulunmuştur.
Müze olması sonrasında ise 1991 yılında Hünkar Kasrı olarak bölümde namaz kılınmaya başlanabilmiştir. Buraya bir imamın atanması ise 2016 yılında gerçekleşebilmiştir.
Bunlar olurken Ayasofya’nın tekrar Camii olması talebiyle dönem dönem eylemler gerçekleşmekte ve davalar açılmaktadır.
Ben ise Ayasofya’nın Camii statüsünde bulunması gerektiğini düşünmekteyim. Murat Bardakçı’nın defalarca bahsettiği gibi Ayasofya fethin en mühim sembolüdür. Bu fethin en önemli sembolünün Camii olarak varlığın sürdürmesinin çok kıymetli olduğunu açıktır.
Ama Ayasofya’nın uluslararası siyaset ve gündemden ayrı düşünülemeyeceği de ortadır. Türkiye’nin Ayasofya’yı Camii olarak ilan etmesi beraberinde uluslararası bir mesaj da taşıyacaktır. Ancak Ayasofya artık kesinlikle, iç siyaset malzemesi olmamalıdır.
Müzecilik
Konunun diğer bir başlığı ise Müzedir. Müze ve müzeciliğin tarihi ile biraz ilgilenince ibadethanelerin neden müze statüsüne alındığı daha net anlaşılmaktadır.
Lisans döneminde aldığım bir derste müzecilik eleştirisi başlığı konuya bakışımı değiştirmiş ve sonraki yıllarda iş hayatımda kurum içi bir eğitim ile müzecilik eğitimi almam konuya karşı fikrimi ortaya çıkarabilmiştir.
Müzenin modernizmin bir ürünü olarak bugün var olduğunu ve eşyanın tabiatına karşı bir işlev gördüğüne dair görüşler, üzerinde durulması gereken görüşlerdir. Eşyanın esasında varlığındaki işlevi dışında dondurularak ifşa edilmesinin aslında pornografik bir geri plana sahip olduğu söylenmektedir. Örneğin bir şeyi kesmek amacıyla var oluşa sahip bir bıçağın, sergilenmek, seyir eylemek için duvara konulması aslında bıçağın artık bıçak işlevini ortadan kaldırmaktadır. Öyleyse beraberinde o duvardaki şey artık bıçak değildir. O bir ifşa aracı ve seyir işlevine sahip bir sergi malzemesi olarak varlığını sürdürmektedir.
Oysa bizim medeniyetimizde ifşa ve seyir eylemek pek tercih edilmektedir. Biz de sır ve gizem ve örtü ön plandadır. Bizim için kıymetli olan gizli olan, sırlı olandır. O vakit ifşa kültürü burada neden tercih edilsin?
Bu yönlü görüşleri okuyunca ilk okul yıllarında otobüslerle gezdirildiğimiz müzeler aklıma geldi doğrusu.
Peki tarihsel bir anlamı ve geri planı olan ibadethane ve diğer mekanların müze yapılmasının konusu nedir?
Başka bir kimliğe hizmet edecek ya da başka bir kimliği, tarihi ifade edebilecek bir mekanın müze yapılarak dondurulduğu ve işlevinin yitirtildiği söylenebilir. Bu sayede Ulus Devletin ortaya koyduğu kimlik için hizmet etmek dışında herhangi bir işlevi ve varlığının bir önemi kalmayacaktır.
Daha iddialı ifade etmek gerekirse, böyle anlamı olan mekanların tamamı müze statüsünden çıkarılmadır.