Bugün hiç lafı dolandırmadan siyasetçiden, sanatçıdan, eğitimciden konuşalım.
Son zamanlarda “omurgasız”, “ikiyüzlü”, “dirayetsiz” diye diye dilimizde tüy bitti, değil mi? Elbette, bu sıfatların sahipleri boşlukta dolaşmıyor. Onlar bir toplumun içinden çıkıyor. Bizim içimizden. Yani, öyle birdenbire ortaya çıkmadılar. Onları biz büyüttük. Gözümüzün içine baka baka dönekleşmelerine, tutarsızlaşmalarına göz yumduk. Hatta bazen alkışladık bile.
Bir siyasetçi dün “asla” dediğine bugün “elbette” diyorsa, bir sanatçı toplumun aynası olmak yerine sadece vitrin süsü oluyorsa, bir eğitimci öğrencisine değil, sistemin çarkına hizmet ediyorsa... Kusura bakmayın ama bu sadece onların ayıbı değil. Bizim de payımız büyük. Çünkü biz unutmada ustayız. Balık hafızalıyız, hem de okyanus kadar büyük bir unutkanlık içinde yüzüyoruz.
Sizlere en basitinden bir örnek vereyim. Geçmişte söylediği her sözü inkâr eden bir politikacıyı eleştiriyoruz ya hani... Aynı kişiye birkaç seçim sonra yine oy veriyoruz. “Ne yapalım, alternatif mi var?” diyoruz. İşte orada bitiyor işin rengi. Çünkü biz dirayeti, ilkeli duruşu ödüllendirmiyoruz. Kim daha çok bağırıyorsa, kim daha çok ekran süresi alıyorsa ona yöneliyoruz. Kısa vadeli çıkarlarımızı uzun vadeli ilkelerimizin önüne koyuyoruz.
Sanatçılarımıza gelince... Bir dönemin muhalif sesi, bir bakmışsın reklam yüzü olmuş. “Sanat halk içindir” diyordu, şimdi halkı değil, markayı temsil ediyor. Ama yine biz alkışlıyoruz. Fotoğrafını paylaşıyoruz, konserine koşuyoruz. Çünkü sorgulamaktan çok tüketmeye alışkınız.
Peki ya eğitimciler? Sistem içinde ezilmiş, sesi kısılmış, idealleri törpülenmiş öğretmenler... Onlara kızabilir miyiz? Kısmen belki. Ama asıl kızmamız gereken, bu sessizliğe razı gelen düzen. Ve o düzeni sorgulamadan çocuklarımızı teslim ettiğimiz bizler.
Dürüst olalım: Bu portreler bize yabancı değil. Çünkü her biri, toplumsal hafızasızlığımızın, sabırsızlığımızın ve yüzeysel değer anlayışımızın ürünü. Yani, aynaya bakınca sadece onları değil, kendimizi de görmeliyiz.
Bana sorarsanız, omurgasızlık bulaşıcıdır ama direnç kazanabilmemiz de mümkün! Dirayetli, ferasetli bir toplum istiyorsak; hafızamızı taze tutmalı, ilkelerimizi savunmalı ve en önemlisi, sorgulamaktan vazgeçmemeliyiz.
Yoksa her devrin adamı, her zamanın galibi olur; biz de her dönemin mahkûmu.