Suriye’nin Firavun’u Esed’in babası büyük Firavun, 2 Şubat 1982’de Hama’yı tanklar ve toplarla cehenneme çevirdiğinde 50 bin Müslümanın şehadetine şahit olmuştuk. Dua edebilmiştik sadece... Zarif adam Cahit Ağabey’in de şu mısralar dökülmüştü dudaklarından:
“Demek bitmedi Kerbelâ
Hama Kerbelâsı dehrin.”
Şimdi Diyarbekir’i, Gazze’yi, Kahire’yi, tüm Bilad-ı Şam’ı görse kim bilir daha neler söyleyecekti Üstad...
Kerbelâ, zulme karşı direnişin ve yılgınlık göstermemenin, zalime boyun eğmemeyi gündemleştirmenin sembolü, kıyamete dek sürecek bir devrimin adı oldu. Bela ve mihnet çöllerinde kanın kılıca galebe çalması, kurumuş dudakların suya hasretiydi...
1377 yıl geçti. Bir Aşûra haftasında daha İslam topraklarında her gün Aşura günleri yaşanıyor. Mısır’daki, Suriye’deki Yezidleri, hatta Yezid’den daha alçak olanları durduracak gücümüz kalmadı.
Kerbelâ’nın acısını yüreğimizde taşırken her gün yeni Kerbelâlar görüyor, yeni Kerbelâlar yaşıyor, yeni ölümlerle sarsılıyoruz. Bitmek bilmeyen şiî-sünni ayrımının nasıl bölgesel bir fitneye dönüştürüldüğüne şahidiz Irak’ta. Mezhep kavgalarını, Resul’ün ayakları altına aldığı cahiliye kabileciliğini, ırkçılık fitnesiyle küreselleştirdiler. Türklerin de Kürtlerin de yüzyıllar boyu temsil edildiği “İslam Medeniyeti” şimdi o kadar uzak ki bize.
Üstad Sezai Karakoç’un deyişiyle “Ne zaman birbirimizi anlayacak, birbirimize yaklaşacak ve aynı ilhamın bahar sıcaklığındaki doyurucu soluğunu omuzlarımızda duyacağız?” Şimdi değil de ne zaman?
İşte bir sınav kağıdı daha önümüzde. Medeniyetle bedeviyetin, sekînetle kargaşanın, kardeşlikle husûmetin mücadelesinde “re’y”imizi istikamete ve istikrara verebilirsek kazananlardan olacağız.
Her dönem oynanan bu oyunlara aklıselimle, ferasetle karşı koyabilecek “bir güçlü imkan”la karşı karşıyayız şimdi.
Yezidin torunları ümmetin yetimlerine bir avuç huzuru çok görüyorlar. Etrafımızı saran fitne ateşinin, basireti kapanmış insanlar yüzünden bizi de yutacağı korkusu taşıyoruz. Zor vakitlere eriyor, dar kapılardan geçiyoruz.
Yıllarca sudan bahanelerle bu ülkenin kaderiyle oynayanlara hadlerini bildiren, engin dalgaları aşarak, fırtınalarla boğuşarak ülkeyi sahili selamete çıkaran bir iradeyi durdurmak, niyetleri...
Askere, polise, doktora, eczacıya, hemşireye, öğretmene, garsona, temizlikçiye yani insan olana kurşun sıkıyorlar. Hepimizi içine alan gökkubbeyi üstümüze yıkmak istiyorlar. Bu ülkeyi sahipsiz, 77 milyonu lidersiz bırakmak istiyorlar. Onlar kısacası “Erdoğan’ın cumhurbaşkanı, Davutoğlu’nun da başbakan olmadığı bir Türkiye” istiyorlar.
Dün Hz. Resûl’e, Hz. Ali’ye, Hz. Hüseyin’e karşı idiler. Bugün Erdoğan’a, Mursi’ye, İhvan-ı Müslimin’e AK Parti’ye karşı oluyorlar. Yezidlerin ordusunda saf tutuyorlar. Tek dertleri var bu tayfanın “AK Parti devrilsin, Erdoğan gitsin”.
İlk defa re’yi sorulacak kuşak bilemiyor olabilir. Ya anaları, babaları, dedeleri... Onlar da mı Kerbela’yı bilmiyorlar? Üzgünüz bilmiyorlar. Kerbelâ’yı anlasalardı fitneyi, fesadı görecek, zulmü tanıyacaklardı. AK Parti iktidarı olmasaydı, vatana, millete kasteden Yezid’in torunlarıyla mücadele edecek bir iradenin olmayacağını anlayacaklardı. Uluslararası şer ittifakına, İsrail keferesine ayar verebilen bir lider olmasaydı, bugün çarşıda pazarda omuzları dik bir şekilde dolaşamayacaklarını anlayacaklardı.
“Biz size ne yaptık ey Kürt kardeşlerim?” diyor ya Erdoğan.
Yezidlerin yanında duranları anladık da arada durup safını bulamayan Kürtleri de Türkleri de anlayamadık Uzun Adam!
Bugüne kadar yüzümüze açılan kapıların bir daha kapanmaması için dini, dili, ırkı ne olursa olsun, bu ülke topraklarında yaşayan herkesin birlik içinde, dirlik içinde olması gerekiyor.
1 Kasım’da istikrar, yani AK Parti tek başına iktidar olduğunda, ülkeye kast eden Yezidlere de en büyük cevap verilmiş olacak. Eminim Türkiye Kerbelâsı ancak o zaman bitecek...