Benim için sevgi, aşk, tutku filan değil resmen tarifsiz bir “kara sevda” olan bu gazeteciliği, bana gönül rahatlığı ve rızası içerisinde huzurla bıraktıracak kim varsa bir kuzu ısmarlayacağım.
Vallahi de billahi de gazetecilik benim ekmeğim, suyum aldığım nefes. Beni tanıyanlar başta da bizim hatun “Aman senin sağlığın yerinde olsun da Allah aşkına çalış” diye her gün bizi evden elleriyle kapının önüne bırakır. Benim de şart ve durum ne olursa olsun koşarak dahası uçarak geldiğim gazetecilik işi ne yazık ki bizi zaman zaman öyle darlandırıyor ki sormayın gitsin.
İşte tam o anlarda da bizim gazetenin bulunduğu üçüncü kattan kendimi aşağıya atasım geliyor. (İyi ki Allah’tan korkuyoruz, böyle bir delilik yapmıyoruz.)
Dün saat 13.27’yi gösterirken yine öyle bunalmıştım ki dayanamadım “Şu saate kadar acaba kaç kişi ile konuştum?” diyerek merak ettim ve sabah kalktıktan sonra o ana kadar tam 43 telefon görüşmesi yaptığımı gördüm. O ana kadar kaç ziyarette bulundum kaç misafirimizi ağırladık, kaç whatsapp yazışması vardı, mesajlaşmalar ne durumdaydı, kime niye sinirlendim, kim ne dedi? Onları geçiyoruz.
Haaaa gün bittiği zaman da yastığa kafamı uzatırken mutlu muyum? Hem de öylesine huzurluyum ki anlatamam. Bildiğim tüm duaları okuyorum. Okurken de uyuyup kalıveriyorum.
Cenab-ı Allah’ıma şükürler olsun ki “gün içerisindeki koşturmacadan dua almış, hiç küfür işitmemiştik”… O zaman da günün en mutlu insanı biz oluyorduk.
…………..
Dün içinde o kadar farklı yerlerde o kadar farklı Konya meselesi vardı ki.
İsterseniz şöyle başlayalım;
Bizim bir Tayyip Ağa hikayesi de şöyledir;
Tayyip Ağa, dükkanının önünde sandalye ile oturur, ayaklarını altına alırdı. Elinden eksik etmediği bastonuna çenesini dayar, gelenin geçenin sanki fotoğrafını çekerdi. Sözünü sakınmadığı için bilhassa resmi zevat nezdinde biraz da çekinilecek bir zattı. Olmayacak bir lafı, olmayacak bir yerde ulu-orta söyleyiverir, çekincesi olanları gocundururdu.
Fakat doğrusu gün boyu eğlence arayan esnaf arasında da itibarı pek yüksekti.
Aziziye Camii civarında küçük bir dükkanı vardı.
Bir ikindi üzeri, dükkanının önünde otururken bir asker çıkageldi. Tayip Ağa'ya sancı otu satıp satmadığını sordu. Tayyip Ağa “Yavrum, ne yapacaksın sancı otunu?” diye sordu.
Asker “Yüzbaşının atı sancılanmış. Yüzbaşı atını çok sever, ona yedirecekmiş.”
Tayyip Ağa “Evladım, o buralarda satılmaz, daha doğrusu dükkanlarda satılmaz. O otu mutlaka bulacaksanız Akyokuş'a gideceksiniz. Orada, ovanın yüzünde çoktur, toplayıp ata vereceksiniz. Bak o zaman atın hiçbir şeyi kalmaz”.
O yıllarda eskinin araçlarıyla Akyokuş'a çıkmak insanı canından bezdirirmiş.
Akşam üzeri, dükkânların kapanma saatinde aynı asker, yanında 3-4 jandarma ve bir askeri jiple çıka gelirler.
Yüzbaşıya anlatmış asker. O da, "Bu beyefendiyi alın, söz konusu yere gidin ve bu otları toplayıp getirin, hemen getirin" talimatını vermiş.
Asker “Bu bir emirdir, seninle birlikte o bahsettiğin yere gideceğiz ve sen o otları bize göstereceksin.” der.
Tayyip Ağa, çaresiz, dükkânı kapatıp askeri araca biner. Akşamın ala karanlığında Akyokuş'a doğru hareket ederler.
Oraya varıncaya kadar hava iyice kararmıştır. Otlar görünmez olmuştur.
Jipin far ışığında, başlarında Tayyip Ağa dört asker, eğile doğrula ot aramaya başlarlar.
İş uzadıkça havanın karanlığı da artar.
Yoldan geçenler, Tayyip Ağa'yı tanırlar. Fakat bu karanlıkta dağın başında, yanında asker elbiseli kişilerle sevgili Tayyip Ağalarının ne yapmaya çalıştığını anlayamazlar.
Ahali dayanamayıp sorar “Hayrola Tayyip Ağa, ne arıyorsun gecenin bu saatinde dağın başında?
Tayyip Ağa canı burnunda kafasını kaldırmadan “Sormayın komşular, Aziziye Camii'nin önünde bir b….. yedim, şimdi burada ağzımı silmek için taş arıyorum...” der.
……………..
Dün arayan büyüklerimizden birisi de Seyit Küçükbezirci abimizdi. Seyit abi selam sabahtan sonra ısrarla bir şeyin altını çiziyordu “Bak Uğurcum seni bugün Seyit abin olarak aramıyorum. Bir okuyucun olarak arıyorum. Seni her gün keyifle okuyorum. Zaten bu memlekette senin gibi yazan kaç kişi kaldı? Tekrar söylüyorum şu anda senin bir okurunum” dedikten sonra mevzuyu anlatmaya başladı.
Seyit abimizin ofisi de yeni Numune Hastanemizin bölgesindedir. Trafik sıkıntısını, park sorununu örnekleri ile anlatan Seyit abi en sonunda “Ya Uğur’um sen bilirsin söylesene bu hastaneyi buraya yapan o b…..u yiyen kim? Bilsen, bilsen sen bilirsin. Durumu Reis’e kadar götüreceğim…”
…………..
Biz Seyit abimiz ile uzun uzadıya dertleştik. Dahası kendisini dinledik.
Evet merkezde Numune Hastanesi gibi büyük bir hastane kesinlikle olmalıydı. Amenna ama buraya hastane yapmakla her iş bitmiyor ki. Her şeyden önce hastane büyüdükçe, hastane ile uzaktan yakından alakası olmayan sade vatandaşın derdi büyüyor.
…………….
İnanmayan yetkili ya da siyasetçi varsa MOBESElerden kontrol ettirebilir. Sadece dün sadece yarım gün içerisinde ve sadece bana tek yönlü yoldan ters yönde gelen iki araç bize denk geldi. Adamlara selektör yapıyorsunuz, el kol işareti yapıyorsunuz ters yol diyorsunuz o da eliyle biliyorum devam et diyor.
Hey benim memleketimin güzel insanları heyyyyy
A’sından Z’ye biz buyuz işte…
“DİYANETİN DE BELEDİYENİN DE VEBALİ VAR ABİ”
Dün bir abimiz fotoğraflarını göreceğiniz Ramazan imsakiyesini gönderdi.
Önce bir şey anlamadık.
Daha sonra durum anlaşıldı.
Malum mübarek günlere saatler kaldı. Herkes de kafasına göre imsakiyeyi bastırıyor ya dağıtıyor ya da bir yerlere servis yapıyor. Ama bu işte niyet Allah rızası mı yoksa reklam mı bilemiyorum.
Önce imsakiyede imsak ve iftar saatleri Diyanete göre değilmiş.
İkincisi Büyükşehir Zabıtada bunları kontrol etmeden ilan reklam parasını alıp devam diyormuş.
Birileri milletin oruç saatini yanlış yazıyor birileri de sadece işin parasını alıyor kontrol dahi etmiyorlar. Vallahi bunun vebali büyük abi” diyordu.
Abimiz haksız mı?
Ama ben de sorarım vebal kimin umurunda ki?
TEŞARONLARIN İŞİ BUGÜN YARIN YİNE MASAYA GETİRİLİYOR
Dün Üniversite Tıp’taki taşeronların durumu dile getirmeye çalışmıştık.
İşte bu işçi kardeşlerimizin cumartesi günkü AK Parti İl Teşkilatı ve Hasan Angı ile yapılan görüşmelerinden sadece bir kareyi sizlerle paylaşıyoruz. Çünkü gençler tırsmış. Aman abi ismimizi resmimizi geçirme diye yalvarıyorlardı. Allah için kimsenin canının yanmasına razı olmayız. Kaş yapalım derken gözü de çıkarmamalıyız. Ama dünkü yazımıza ilgi çok büyük oldu. Mesela Sağlık İş Konya Başkanı Hakan Toy Bey de aradı. Çok şey anlattı zulüm var, baskı var dedi. Oralara girmeyeceğiz. Ama Sayın Başkan öyle iddialarda bulundu ki. Mesela işçinin alacağı ücretin karşılığının hiç yazılmadığını nokta nokta olarak boş bırakıldığını hiçbir yerde görülmemiş şekilde bir ceza cetvelinin yapıldığını dahası herkesin bu sözleşmeye imza atmak için zorlandığını ifade etti. Bunları imzalayarak işe girdikten sonra ise itirazın hiçbir anlamı kalmıyormuş. Çünkü hakim yani hukukta bir yerde haklı olarak gerekçesine bakmadan işçiyi suçlu görüyormuş çünkü “işçi en başta gönüllü olarak imzayı atmış oluyormuş.”
Dün konu ile ilgiyi arayan büyüklerimizden birisi de Rektör Yardımcısı Sayın Mehmet Okka hocamız idi. Mehmet Hoca samimiyetle durumu izah etti. Mehmet Hoca Türkiye’de hangi sağlık kurumu varsa Erbakan Üniversitesinde nasıl bir uygulama var ise kendilerinin de aynı uygulamayı yaptıklarını ve burada hiçbir farklı ya da art niyetli çalışmanın olmadığının ısrarla altını çizdi.
Neyse inşallah bu konunun da takipçisi olacağız. Çünkü sanki bir yanlış anlaşılma var gibi kanaat oluştu bizde de.
GÜNÜN OKKALI SÖZÜ
Mal ve makam sevgisinin Müslümanın dinine verdiği zarar, iki aç kurdun bir koyun ağılına verdiği zarardan daha fazladır.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Trafik işaret ve kurallarını hiçe saymadığımız zaman daha iyi ADAM oluruz.