Merhum Şair Can Yücel “Baban Giderse” adlı şiirinde babalarımız için öyle duygu yüklü satırlar yazmış ki, üzerine söylenecek söz var mı bilmem…
“Baban giderse; / Başı dumanlı dağın gider /Atan gider, sırtın gider / İki kapılı bu handa / Menzile erişen yolun gider.”
“Baban giderse; / Darda yetişen elin gider / Aklın gider, canın gider /Şu dağlanmış yüreğinde/Çocuk kalan yanın gider.”
“Baban giderse; /Öpülecek elin gider, / Bayram gider…”
Bugün 15 Kasım, 27 yıl önce bugün babam Vedat Sunat’ı toprağa verdiğimiz gün…1994 yılı 13 Kasım’ı, 14 Kasıma bağlayan gece saat 02.00 civarıydı. Ev telefonum uzun uzun çalmıştı. Telefonu açtığımda, annem telefonda ağlıyordu. Babamı kaybetmiştik.
Gece yarıları gelen telefonlar bir çoğumuzun hayatında hüzünlü ve acılı telefonlardır. Yine o telefonlardan biriydi…
Konya’ya geleli iki yıla yaklaşmıştı. Konya-Derbent’te İlçe Milli Eğitim Müdürü olarak görev yapıyordum. Babamın ölüm haberini alınca, gecenin yarısı Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü Ali Demirel kardeşimi aradım. Durumu anlattım. İzmir’e varınca da, Kaymakam Salih Işık Bey’i aradım.
Ben Konya’dan, kız kardeşim Şenol Ankara’dan, iki yaş küçüğüm olan Hüseyin İngiltere’den, askerlik görevini ifa eden en küçüğümüz İsmail Hakkı Bilecik’ten İzmir’e doğru yola çıkmıştık.
Babam, geçirdiği üçüncü kalp krizi sonrasında aramızdan ayrılmıştı.
İngiltere’den ve askerden gelen kardeşlerim gecikince, cenazeyi morga kaldırdık.
İzmir Emniyet Müdürlüğü, Emekli Emniyet Müdürü olan babamız için vefatından itibaren toprağa verilişine kadar ilgilendi. Görüşümüzü sormuş, bizde babamızın Manisa yolu üzerindeki Bornova Mezarlığına defnedilmesi konusunda rıza göstermiştik.
Teyzelerim, dayılarım, yeğenlerimiz, akrabalarımız oradaydılar. 15 Kasım 1994 Salı günü Bornova Mezarlığında babamızı Polislerle birlikte toprağa verdik, kardeşim Hüseyin’le birlikte mezarına yerleştirmek nasip oldu.
*****
Anne ve babası o henüz çok küçükken ayrılmışlardı. Anası da vardı, babası da, her ikisi de hayattaydı. Ancak adeta analı-babalı öksüz ve yetim gibi büyümüştü. İlkokul sonrasında yatılı okulda geçmişti hayatı. Çok küçük yaşlardan itibaren çalışmaya başlamıştı.
O yıllarda 5 sene olan İstanbul Sultanahmet Sanat Okulunun Torna-Tesviye bölümünü kazanmıştı. Okulu birincilikle bitirdiğini belgeleyen İftihar Kitabında yer almıştı. Küçük yaşlarından itibaren çalışmaya başlamıştı. Okuldan sonra, Eskişehir Tayyare Fabrikasında çalışmış. Askerlik sonrasında memleketi Soma’ya gelmiş. İkinci Dünya Savaşının o sıkıntılı günlerinde Soma Kömür Madenlerinde iş bulamamıştı.
Bir arkadaşının tavsiyesi ile Polisliğe başvurmuş, Polis olmuştu.
Gerçekten roman gibi bir hayatı vardı. Mesleğinde Emniyet Müdürlüğüne kadar yükseldi. Emekli olmasına yakın, kendisiyle bir söyleşi yapan gazeteci, her terfi ettiğinde görev yeri değişen Müdür diye yazmıştı.
Bursa ile başlayan memuriyet hayatı, Kayseri merkez, Kayseri-Yeşilhisar, Kayseri-Bünyan, Adıyaman, İzmir Merkez, İzmir-Bornova, İzmir-Karşıyaka, İzmir-Ödemiş ve Hatay olarak devam etmişti. 27 yıl önce 15 Kasım 1994’te toprağa verdiğimiz o insan babam Vedat Sunat’tı…70 yaşındaydı.
*****
4 kardeştik. Bir polis maaşıyla, her birimizi okuttu. Yıllar yılı bize üst-baş almaktan, kendine yazlık bir pantolon alamadığı ve yaz aylarını polis pantolonuyla geçirdiği yılları şimdi hüzünle anıyorum.
Babam rahmetli, Türkiye Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden Bursa Öğretmen Okulu mezunu İstiklal Savaşı gazisi, İstiklal Madalyası sahibi, yazmış olduğu çocuk hikayeleri ve çocuk şiirleriyle tanınan ve bilinen öğretmen İsmail Hakkı Sunat’ın iki oğlundan büyüğüydü.
İstiklal Savaşının hemen sonrasında, bir köy çeşmesinin başında gördüğü güzel bir köylü kızına vurulmuştu, Teğmen İsmail Hakkı.
Bir süre sonra öğrendi ki, vurulduğu kızın düğünü var. Düğünün olduğu gece, bastı düğün evini ve kaçırdı sevdiği kızı.
Sonra kıydı nikahı ve evlendi o kızla.
1924 yılında rahmetli Babaannemin anlatımıyla mor menevşeler açarken bir oğulları olmuştu. Adını sevgi anlamına gelen “Vedat” koymuşlardı.
Vedat Sunat, babamızdı bizim. Annem Nurhayat hanımın eşi, Benim, Kardeşim Hüseyin’in, Kız kardeşim Şenol’un ve rahmetli kardeşim İsmail Hakkı’nın babası…
*****
Rahmetli babam annesi ve babası olduğu halde onlara hasret bir şekilde, buruk ve hüzünlü geçen bir çocukluk ve tahsil hayatı olmuştu.
O acıyı sanırım hep çekti. Babası bir başka hanımla, annesi bir başka biriyle evlenmişti.
En büyük zevki hafta mezunu olduğu Pazar günlerinde olta balıkçılığı yapmaktı. İstisnasız her Pazar babam, ben ve kardeşim Hüseyin, Bünyan’ın Pınarbaşı’nda, Adıyaman’ın Ziyaret köyünün içinden geçen Fırat’ın kolunda balık tutardık. Rahmetli bir haftanın stresini sanırım bu şekilde atıyordu…Akşam’a da annemize mutlaka bir çanta dolusu balık tutar getirirdik.
Sanatkâr olduğu için, evdeki ufak-tefek bütün tamir işlerinden anlardı. En büyük lüksü, eğer lüks sayılırsa sigarasıydı. Aynı zamanda kahve tiryakisiydi.
Hiçbir zaman siyaseti sevmedi. Siyasetçilerle işi olmadı. Nereye tayin olduysam, oraya gittim, siyasetçilerin kayığına binmedim derdi.
Ömrü gurbet ellerde geçti. Ömrü billah maaşı hiç yetmedi. Maaşı yetmediğini bize hiç belli etmedi.
Borcunu-derdini hiçbir zaman bizlerle paylaşmadı.
Annemle, birbirlerini severek evlenmişlerdi, 44 yıllık bir beraberliklerinden sonra 1994 yılının 13 Kasım’ını 14 Kasım’a bağlayan gecenin hemen başlarında geçirdiği üçüncü kalp krizinde sessiz sedasız bu dünyadan ayrıldı. Ve aynı yılın 15 Kasım’ında toprağa verdik.
*****
Herkesin babası çocukları için sayısız fedakârlıklar yapmıştır. Rahmetli babamın bizler için yaptıklarını hatırladıkça gözlerim dolar.
Onun sevgisini ve şefkatini hep yanımızda hissettik. Bilirdik ki, babamızın bizler için yapamayacağı hiçbir fedakârlık yoktu.
Mekanları cennet olsun babalarımızın… Babaları vefat etmiş olan okurlarımızın babalarının kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olsun inşallah…
Babası sağ olanlar ise öpsünler hürmetle babalarının ellerini. Çünkü, bizim babalarımızın elleri öpülmeye değerdir.