Değişen dünyada edebiyat da her şey gibi hızla değişiyor. Hakikati devre dışı bırakan ‘post…’ akımlar sayesinde edebi türler sanala, hakikatin herkese göre farklı algılandığı, tek ve kesin bir hakikatin olmadığı türlere evrildi. Metaverse çağına edebiyat çok daha önceden geçmeye başladı. Bu haseple geleneksel kurgu eserleri nadiren okumaya başladık. Ben kendi adıma klâsik tarzda yazılmış eserleri sevdiğimi, bunlarla ünsiyet kurduğumu söylemeliyim. Hele de bize bizi anlatan kitaplar beni ziyadesiyle memnun eder. Mustafa Çiftci’den hikâyeler, Kemal Varol’dan romanlar bu konudaki hasretimi gideren yazarların başında geliyor. Çiftci’nin İletişim’den çıkan son kitabı “Ağlaya Ağlaya Öldük Anam Bacım”ı yakın zamanda değerlendirmiş ve yine bu köşede yayınlamıştım. Yazı gazetemizin internet sitesinde mevcut.
Kemal Varol’un Aşıklar Bayramı’nı ilk okuduğumda kurgusuna, samimiyetine ve dahi diline vurulmuştum. Böyle bir posttruth çağda tekrardan okumanın zamanı, gerçek sevgiye/aşka/dostluğa şahitlik etmenin zamanı değil midir?
‘Aşıklar Bayramı’ bir ‘baba’ ve ‘yol’ romanı…15 yaşında ayrıldığı, ara ara gördüğü babasıyla 40 yaşında tekrar karşılaşan romanın kahramanını, babasının olağanüstü/şaşırtıcı aşk hikâyesi beklemektedir.
Yıllardır görmediği babasını perişan halde bulur kahramanımız. Baba, hastadır.. Yıllar önce annesini ve kendisini terk edip gittiği, bir daha haber alamadığı için babasına kızgındır ama sonuçta babası zor durumda, hasta ve yardıma muhtaçtır.
Babasının, gerisinde farklı bir hikâye barındıran ulvi bir amacı vardır; Aşıklar Bayramı’na katılmak için Kars’a gitmek. Hasta babasını tek başına otobüsle göndermek içine sinmez, arabayla yola düşer baba oğul; “Onunla her baba oğul gibi makul bir süre de olsa yan yana gün saydığımız bir geçmişimiz yoktu. Neye sevinir, neye kızar, konuştuğunda neyi ima eder, sustuğunda içinden neler geçer, inadı ne zaman kırılır, içindekileri hangi yollarla gösterir, hiçbir fikrim yoktu. O benim on beş yaşıma kadar yılda bir kez görüp sonra hep kaybolan, hep uzaklara giden, dönmeyen babamdı.”
Çok sevilen, sayılan ve tanınan bir halk ozanı olan babasının pek çok gönül ilişkisi olmuş, bunlardan da genelde kötü ayrılmıştır baba. Gittikleri her köyde bambaşka bir sevda hikayesine şahitlik eder kahramanımız. Babasına gittikleri her yerde muazzam bir izzet ikram vardır. Şahit oldukları, babasının çok farklı bir yaşam sürdüğünün ispatıdır.
Son arzusu gerçek olan baba hastalığını unutur, yüzü güler amma velâkin hastalık bir kenarda sabırla sırasının gelmesini beklemektedir. Babanın rahatsızlığı artınca hastane yoluna revan olur baba-oğul. ‘Aşıklar Bayramı’nın en hüzünlü bölümleri de bu bölümlerdir. Baba oğulun hiç olmadığı kadar yakınlaşmaları, kalplerinde tuttukları her şeyi dillendirmeleri, duygu yoğunlukları hüzne gark eder okuru. Babası evi neden terk etmiştir, bunca sene tek oğluyla gerçekten hiç ilgilenmemiş midir, neler yapıp etmiştir? Tüm soruların cevabına bu konuşmalarda tanık olacak ve cevapları alacaktır evlât.
Kurgudaki sürekli devinim, heyecanı diri tutan olaylar silsilesi babanın ölüp ölmeyeceğinin merakını dahi unutturur okura, gerçek sevgiye şahitlik ederiz bu satırlarda.
‘Aşıklar Bayramı’nın final cümleleri, yaşananların hasılasıdır adeta; “İçimde babamdan kalma bir hece, elimde üç telli bağlaması, başımı çevirip bizi Arguvan’a götürecek sisli yola, yaklaşan kışa ve sanki o an Kars’ta değil de, yıllar önce Arkanya çarşısında hemen önümde el ele yürüyen o babayla küçük oğluna baktım son kez.’
Romanda anlatılan her şey üç günde olup bitmiştir. Falshback(geri dönüş) tekniğinin dengeli ve yerinde etkisi, sürükleyici olay örgüsü, başarılı psikolojik tasvirlerle ‘Aşıklar Bayramı’ epey bir ödüle de lâyık görüldü zaten, yazarını geniş kesimlere tanıttı.
Romanla alâkalı belirtmemiz gereken bir başka husus, oğulun avukat olması hasebiyle ülkemizde hukuka da göndermeler var, ama bunlar polemiğe varan tespitler değil, sofistike. Alevilikle ilgili bilgiler de kurgunun akışını bozmadan metne yedirilmiş.
Kemal Varol öğretmenliğe de okumaya yazmaya da devam ediyor. Onun kaleminden çıkacak nice satırları bir an önce okumanın heyecanı içindeyiz biz okurları da. Sadece okumak değil, senaryolaştırılmaya uygun olan kitaplarının filme ya da diziye de çekileceğini düşünüyorum. Konuların klişeleştiği ve tekrara düştüğü bir zamanda yapımcılar bunu göreceklerdir.