Uzun uzun zaman önce memleketin birinde ağzında bakla ıslanmayanların yaşadığı bir şehir varmış. Bu şehirde ne sır varmış, ne sırdaş. Biri bir yerde bir şey söyledi mi, kısa bir süre sonra duymayan, bilmeyen kalmazmış. Bu şehirde yaşayanlara kimse güvenmez, itimat etmezmiş. Hani ağızda baklanın ıslanacağı kadar bir zaman derler ya, bu şehirde yaşayan insanlar öyleymiş. Anlatmadan, paylaşmadan duramazlarmış. Şehrin bu durumu memleketin her tarafında bilinirmiş. O şehre giden kervanlara aman ha derlermiş. Ne dediniz, ne anlattınız, yanına eklemeler yapılır, allanır-pullanır şehrin içinde gezmediği dolaşmadığı ne mahalle kalır, ne sokak!
Onun için dışarıdan gelenler, kolay kolay konuşmazlar, bir şey anlatmazlarmış. Bir süre sonra, bu şehre gelenler zaruri ihtiyaçlarının dışında tek bir kelam etmemeye başlamışlar.
Bu şehirli olup da, başka şehirlerde yaşayanların yanında da adeta konuşmaya yemin etmiş herkes.
Şehir için sıkıntılı günler başlamış. Kervanları ticaret yapamıyor, meslek erbapları mesleklerini icra edemiyor, şehrin yüzüne kimse bakmıyormuş.
Memleketin Sultanı ne yaptıysa, ne dediyse olmamış, kızmış, kendi başınızın çaresine kendiniz bakın demiş. Şehre ne Vali Paşa, ne Kadı, ne Subaşı göndermiş. Şehrin ileri gelenleri, yaşlıları, beyleri, ağaları bir araya gelmişler. Adımız demişler bakla şehir oldu. Ha o şehir mi, baklacıların, ağzında bakla ıslanmayanların şehri değil mi, boş verin o şehri. o şehirde kimseye güvenemezsiniz, kadını kızı, büyüğü küçüğü anlatmadan, söylemeden duramaz, değişik bir hastalık bunların ki…
İflah olmaz o şehir. Kimse bugüne kadar çare olamadı da, bulamadı da…kendileri de yanaşmıyorlarmış zaten diyerek, neler anlatmıyorlarmış neler!
Şehrin ileri gelenleri ne düşünseler, ne karar alsalar, içlerinden büyük bir kısmı, dışarıya çıkar çıkmaz başlıyorlarmış şöyle olacak, böyle olacak diye anlatmaya…Şehrin en yaşlılarından bir kadın, dedikoduyu en çok kadınlar yapar diye adımız çıkmış demiş, maşallah bize sıra falanda gelmiyor. Ne oldu? Anlattınız da elinize ne geçti. Boyunuz bir karış mı büyüdü, şehir bu işten ne kazandı? Kervanların yüzüne bakan yok, aşhanelerimizde bir kap yemek yiyen yok, esnaf dertli, meslek erbabı kara yaslarda…Ne yapılacağı belli, tutacaksınız dilinizi!
Bu iş bu kadar zor değil! Bülbülün çektiği dili belası diye bir şey hiç mi duymadınız. Bu şehir ve bizler ne çektiysek dilimizden çektik. Ne diyorlar bakla şehir. Ne diyorlar baklacılar. En fazla bakla bu şehirde yetiştiğinden değil bu laf, bu şehre ve insanlarına güvensizlikten, itimat edilmeyişinden. Ağzımızda laf eylenmiyor, kimse bizimle bir şey konuşmak istemiyor. Bir de ne anlatılırsa anlatılsın yanına eklemeler, süslemeler yapma huyumuz var. Olmayan şeyi, olmuş gibi gösterip anlatıyoruz. Ne utanmamız kaldı ve sıkılmamız. Bizim bu anlatımımız yüzünden kaç ocak söndü, kaç yuva dağıldı, kaç akraba kanlı bıçaklı oldu, düşmanlıklar çoğaldı, yine de bizim aklımız başımıza gelmedi.
Bakla şehir mi diyorlar, şeytan görsün hepsinin yüzünü, o şehirde bakla hikayeleri sayısız insanın hayatını kararttı. Aman ha, o şehre ne gidin, ne gelin.
Durum gerçekten vahimmiş. Yaşlı kadın, dayandığı asasını kaldırmış havaya, bundan sonra demiş anlatılanı, konuşulanı kimin anlattığını duyarsam, bu asayla kafasını kıracağım.
Şehir akıllanmış, bu işten bir ders çıkarmış mı? Nerde o günler! Şehrin ağaları beyleri, yaşlı kadını çekmişler kenara, sen demişler kimsin, sıfatın ne? Vursak öldürsek adam yerine geçeceksin, bir daha ağzını açma, açarsan günah bizden gider! Bu şehir böyle geldi böyle gidecek. Bizi seven sever, sevmeyen sevmez. Herkese kendimiz sevdirecek değiliz ya…Sultan sevmezmiş, varsın sevmesin. Bizi sevmeyen Sultanı neyleyelim bizi de onu sevmiyoruz. Bizi ya böyle kabul edecekler, yada böyle kabul edecekler. Bakla şehirsek, bakla şehiriz diyerek açmışlar isyan bayraklarını.
Yaşlı kadın, siz demiş hatanızı, yanlışınızı kabul etmek istemiyorsunuz. Ahaliye falanda acıdığınız, merhamet ettiğiniz yok. Ahali o gün, başlarındaki ağaların ve beylerin gerçek yüzünü görmüş. Bizim demişler önümüzde yürüyecek bize yol gösterecek birisi lazım. Yaşlı kadın, seksenini aştı. Onu bir gecede ortadan kaldırırlar, daha da konuşturmazlar. Onlar böyle düşünürlerken, şehre bir gece yarısı bir yabancı gelmiş. Yaşlı kadının evinde, kadını ziyaret etmiş. Birkaç gece sonra mahallenin ileri gelenleri, yine bir gece yarısı, alınmışlar evlerinden şehrin dışında bilinmeyen bir yerde onlarla da görüşülmüş.
Aradan bir ay kadar geçmiş. Şehirde o eski laubali konuşmalar, laf atmalar, sataşmalar, kim ne dedi, niye dedi, kime dedi benzeri laflar durma noktasına gelmiş. Şehrin ağaları ve beyleri demişler ki, bu şehre bakla şehir demiyorlar mıydı, bu şehrin bakla hikayeleri çok olur, hiç bitmez denmiyor muydu, ne oldu? Yaşlı kadına sus dedik, konuşma dedik, o sustu anladık da, ahaliye ne oldu böyle?
Tam o günlerde şehre uzak diyarlardan bir kervan gelmiş. Kervancılar kervan yolcularına aman ha demişler. Burası bakla şehir, burada ne konuştuğunuza çok dikkat edin, o laf taş olur, gelir başınızı yarar! Kervandakiler azami ölçülerde davranmışlar amma, bakmışlar ki, şehir, anlatılanlar gibi değil
Biz yine de, yoğurdu üfleyerek yiyelim demişler. Şehirde işleri olanlar birkaç gün şehirde kalmışlar amma, ne doğru dürüst uyuyabilmişler, ne de anlatılanların tesirinden kurtulabilmişler.
Bakmışlar ki, her şey süt liman. Herkes işinde gücünde, dedikodu yok, laf taşıma yok, meraklı insanların bir tanesi bile yok!
Ağaların ve beylerin önde gelenleri bir gece yarısı alınmışlar konaklarından, gözleri kapalı bir yere getirilmişler sabaha karşı. Beylerin en sözü geçeni, gözleri açıldıktan sonra, bakmış ki, bir otağın içindeler. Karşılarında hiç bilmedikleri, hiç tanımadıkları bir adam. Bey, sende kimsin demiş, bizi nasıl aldın da getirdin buraya. Niyetin ne? Adam; bakla şehrin ağzında bakla ıslanmayan beyi demiş, bütün fitne senin başının altından çıktı. Asıl sen kimsin? Bu şehirden ne istedin. Bu şehrin adını yerin dibine geçiren sen değil misin? Bunu ancak hainler ve şehir düşmanlığı olanlar yapabilirdi. Sonra diğer ağalara ve beylere sormuş. Bu bey dediğiniz demiş, aslında sizin şehrinizden değil, bize düşman olan bir diyardan özel olarak gönderildi. Onunla ortak hareket etmeye devam edeceğim diyen varsa onun yanına geçsin. Bana hak veren varsa da, benim yanıma gelsin. Beyler ve ağaların bir kısmı, beyin yanına geçmişler, pek azı da, otağdaki adamın yanında yer almışlar.
Otağdaki adam, ben demiş, Sultanın en büyük oğluyum. Rahmetli anam, o yaşlı kadının kızıydı. Bu mevzuyu şehirde kimse bilmez. Nineme ve şehrime kastedenlerle benim işim olmaz. Bey ve yanındakiler yakalanıp zindana atılmışlar. Sultanın büyük oğlu adamlarıyla birlikte şehre gelmiş, ahaliyi şehrin meydanında toplamış.
Ey anamın şehrinin ahalisi demiş. Diliniz yüzünden çok çektiniz. Bakla şehir dediler. Ağzında bakla ıslanmayanların şehri dediler. Her birinize selam veren kalmadı. Sultan babam, bu mesele senin meselen git bu meseleyi kökünden hallet dedi. Çıktım geldim anamın şehrine. Ben anamı hiç görmedim. Beni doğurduktan sonra ruhunu teslim etmiş. Ninem bu şehrin en büyük Beyinin hanımıydı. Bey dediğiniz, şimdi zindanda sonunu bekleyen hain Bey, dedemi ve yakınlarını, bir gecede öldürdü, yok etti. O gece başladı bu şehrin yalanları. Haktan hakikatten yana olmayanlar, bey oldu, ağa oldu, şehir şirazesinden çıktı. Bugün şehrin talihinin döndüğü gündür.
Anlatırlar ki, şehir o günden sonra, eski alışkanlıklarının tamamını bıçakla kesilircesine terk etmiş. Şehirde herkes işine gücüne bakmış, bir süre sonra bütün o söylentiler ve söylenenler bitmiş, geriye ibret olsun diye bir tek bu bakla hikayesi kalmış.
Şehir şehire, Sultan oğlu Sultan oğluna, Yaşlı kadın yaşlı kadına, Bey Beye, Ağa ağaya, konak konağa, meydan meydana, ahali ahaliye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…