Türkiye'nin coğrafya dalında dünyaca ünlü bilim insanı Prof. Dr. İbrahim Atalay, Ermenek'te madende meydana gelen faciaya yer altı suyunun değil o bölgede sıkça rastlanan güçlü bir yeraltı akarsuyunun patlayarak maden ocağına akmasının neden olabileceğini söylemiş.
Dün ulusal bir gazetenin internet sitesinde bu açıklamaya rastlayınca bilim insanı bile olsanız görmediğiniz, bilmediğiniz yerler ve olaylar hakkında yorumda bulunmanın sizi düşüreceği zorluklar konusunda kendimi tekrar uyarma ihtiyacı hissettim.
Önceki gün yaşanan maden faciasında kaza sebebi olarak ilk ifade edilenler doğrusu Prof. Dr. Atalay’ın dediği gibiydi.
Ama aradan geçen bir günde yaptığımız basit bir araştırma ve yürütülen arama kurtarma çalışmaları bu konuda ahkâm kesenlerin yanlışlığını göstermeye yetti de arttı.
Şöyle ki görüştüğüm uzmanlar, madenin giriş rakımının bin 800 küsurlarda olduğunu, 300 metre derine kadar kazsanız bile Ermenek Barajı’nın bin 500 rakımına gelmenizin mümkün olmadığını söylüyor.
Zaten yapılan arama kurtarma çalışmaları esnasında su seviyesinin düşürülmesi bu suyun arkasının olmadığını da gösteriyor yeterince.
Yani patlayanın yeraltında da olsa bir “akarsu” olmadığı aşikâr.
Dağlarda, dağların bağrında bu tür su ceplerinin olduğu, maden ocaklarında çıkarılan kömürlerden boşalan yerlere bu tür birikmelerin olduğu da biliniyor.
Burada elbette en büyük kabahatli ilkin maden ocağını işleten firma olsa gerek.
Ama bunu söylemek, bunu bu aşamada söylemek madenci aileleri açısından pek bir şeyi değiştirmiyor.
Uzaktan ahkâm kesenlerin bir yeraltı akarsuyunun, barajı besleyen ırmakların vesairelerin bir madene dolması sonrası bölgede oluşacak jeofiziksel özelliklerle ilgili de bilgi vermesini istemek en tabii hakkımız.
Diğer yandan bu maden faciasından parsa toplamaya kalkan bazı kesimler var ki onlara sadece acımak gerekiyor.
Başkalarının acılarını “ganimet” kılmayı düstur haline getirmiş bu kesimlerin kendilerine çekidüzen vermelerini istemek boşuna…
Ancak şu var ki henüz kendi coğrafyamızı bile yeterince bilmediğimiz de ortada.
Bu konuda üstümüze birçok sorumluluğun yazıldığı da ortada.
Öncelikle madenlerde kullanılan teknolojilerin yenilenmesi, bu konuda gerekli inovatif çalışmaları yapacak araştırmacıların yetiştirilmesi gerekiyor.
Sırf mühendislik bilgisi de yetmiyor, bunu unutmamak da kulağımızdaki en önemli küpe olmalı.