Batı Felsefesinin en kötü örneğini İsrail'in yaptıklarıyla Gazze ve Filistin'de gördüğümüz gibi vahşettir.İsrail'e destek veren batı felsefesi ürünü olan devletlerin vahşeti desteklemeleri en kötü örnekleridir..Bizler yıllardır Beyazların Siyahlara (Zencilere) )baskısıyla uygulanan ABD ‘deki ayrımcılıkla görmüştük. Amerikada. görülen Irkçılık ve yabancı dîüsmanlığı ile İslam karşıtlığını Avrulpada da görüyoruz.Bir ülkenin içinde ayrımcılık, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı kökleşmişse o ülke eninde sonunda yıkılmaya mahkumdur.Osmanlının son zamanlarında ortaya atılan ırkçılık akımları ,balkanları bizden koparmıştır.Anadolunun içinde kaldığımız halde halen başta Amerika ve Avrupa devletleri ve elaltından İsrail, Ermenistan ve Rumlar olmak üzere” Arz-ımevudu :“Büyük Yahudi Devletini gerçekleştirmek hayalleridir. Bu devletlerin PKK ,PYD ve DEAŞ gibi terör örgütlerine verdikleri destekler gün gibi ortadadır.
Amerika ve Avrupanın bu irkçı yapısı dağılma ve parçalanmaya zaman içinde bu devletleri mahkum edecektir.
Amma İslamiyetin bütünleştirici tamamlayıcı ve birleştirici özelliği sadece bizim ülkemizde değil tüm dünya insanlarını kucaklayan özelliği ile Dünya barışını sağlayabilecek potansiyeli taşıyor.
Müslüman bir millet olarak tarih boyunca İslamın herkesi kucaklayıp“ mümin müminin kardeşidir.” Anlayışı bizlerde oldukça ki bu anlayış Selçuklular ve Osmanlılarda zirveye ulaşmıştır. Osmanlının huzurunu ise öncelikle Balkanlarda başlatılan Rumların ve diğer milletlerin sözde milliyetçilik ve komitecilikle başkaldırmaları bozmuştur. O ülkelerin bizden ayrılmalarına sebep olmuştur. Ortadoğuda ise Arap kardeşlerimize bizim sömürgeci olduğumuz,hıristiyan bir topluma dönüştüğümüz yalanı yutturulurken.Bize de Petrole ulaşmamamız için “Ne arabın yüzü ne Şam'ın şekeri “anlayışı hakim olmuştur. .Evet İngilizlerin özellikle Lavrens gibi adamların kışkıtmasıyla araplar uzun yıllar bizden uzak kaldılar. Ancak bizim elimizi çektirdikleri Balkanlar ve Ortadoğu o kadar karışmış ki patlayacak bomba haline gelmiştir. Eğer ülkemiz baş tutup bu coğrafyaya sahip çıkmazsa dünyanın huzuru Üçüncü Dünya savaşı ile yeniden bozulacaktır.. Anadolumuzu topyekün verdiğimiz İstiklal Savaşıyla bizi parçalayan Avrupa devletlerinden zorla alabildiğimiz gibi yeniden bir Cihan devleti anlayışıyla İslam Coğraftası ve başta İnsanlığa çare olmak zorundayız. Bu anlayış İslamiyet sayesinde bizde var. Her ne kadar Cumhuriyetin ilanından sonra batı Felsefesinin kötü,taklitçi bir numunesini temsil eder vaziyette olsak da ,İslamiyet bizim özümüz olmuş İslami değerler sözümûz olmuştur. Elhamdülillah.
Bu noktada Üstad Bediüzzaman Said Nursi'ye kulak verelim. Sözler isimli eserinde 12.Söz Üçüncü Esas’ta Batı Felsefesiyle (Hikmet-i Felsefe,Felsefe Hikmeti) İslamın değerlerini(Hikmet-i Kur'aniyyeyi, Kuran'ın hikmetini) karşılaştirmış;
“Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur'aniyenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye verdiği terbiyeler:
Amma hikmet-i felsefe ise hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı(Dayanak noktası), "KUVVET" kabul eder(Yani Kuvvetli olan haklıdır,Amerikanın ve Avrupa ülkelerinin şimdiki tavrı gibi). Hedefi, "MENFAAT" bilir.(Amerika’nın seçimlerde destek olarak bildikleri Yahudi lobisi için İsrail'e Şartsız destek verdikleri gibi). Düstur-u hayatı (Hayatın temel prensibini) , "CİDAL"(Mücadele) tanır.(Hayat bir mücadeledir,güçlü olan kazanır.Zayıf ve güçşsüz olanın hiçbir değeri yoktur). Cemaatlerin rabıtasını(Bağlarını), "unsuriyet (Irkçılık, kendi ırkının üstün olduğunu iddia etmek,Almanların Alman ırkının diğer ırklardan üstün olduğunu iddia etmeleri, Yahudilerin tahrif edilmiş Tevrattan dolayı Yahudi olmayanların kendi köleleri olduğuna inanmaları gibi), menfî milliyet (Sadece Milletinin üstünlüğüne inanır"i tutar. Semeratı (Meyveleri) ise "hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin (nefsin hislerini ve arzularını tatmin) ve hâcat-ı beşeriyeyi tezyid (İnsanların ihtiyaçlarını artırmak)dir.
Halbuki KUVVET’in şe'ni(gereği) tecavüzdür. MENFAAT’in şe'ni her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u CİDALİN şe'ni çarpışmaktır. UNSURİYET’in (Irkçılığın)şe'ni başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki beşerin saadeti selb olmuştur(İnsanlığın mutluluğû kaldırılmıştır.)
Amma hikmet-i Kur'aniye ise nokta-i istinadı, KUVVET’e bedel"HAKKI kabul eder. Gayede menfaate bedel, "FAZİLET ve RIZA YI İLAHİYi"yi kabul eder. Hayatta düstur-u cidal yerine, "DÜSTUR-U TEAVÜN(Yardımlaşma Prensibini)"ü esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında unsuriyet, milliyet yerine "RABITA-DİNİ veVATAN-İ ve SINIFİ î" kabul eder. (Dinimiz bir,Vatanımız bir aynı gayeye hizmet ediyorsak biz bir ve beraberiz)
Üstad Bediüzzaman. Metubat isimli eserde
Yirmi ikinci Mektup ta:
“Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu(kalplerin birliğini) ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.
Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız (Yaratanınız bir)bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız(rızıklandıran sadeceAllahtır.) bir bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir, bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir.
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde…”
Mümin kardeşine adavet (düşmanlık)edemezsin diyor.
Hikmet-i Kur’aniyye;GAYAT-I, HEVESAT-I NEFSANİYENÎN TECAVÜZATINA (Nefsin pis heveslerinin aşırılıklarına)set çekip RUHU MAALİYATA (Ruhu Ali yüksek şeylerle meşgül etmek) teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini (Ulvi hislerini) tatmin eder ve insanı kemalât-ı insaniyeye sevk edip insan eder.
Hakkın şe'ni ittifaktır. Faziletin şe'ni tesanüddür. Düstur-u teavünün şe'ni birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe'ni uhuvvettir(kardeşliktir), incizabdır(cezbetmektir). Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni saadet-i dâreyndir(iki dünya yani Dünya veAhiret saadetidir). Üstad Bediüzzaman 1930’ larda Batı Felsefesinin iç yüzünü görmüş ve Kur'an'ın ulvi esaslarıyla karşılaştırmış hatta bir kıyamet kopmazsa İnsanlığın Kuran'ın hakikatlerini bulup ona sarılacağını ifade ediyor. Benim kısır yorumlarım bu ulvi gerçeğin yanlış anlaşılmasına engel olmaz. İnşallah. Konuyu merak eden okuyucularım ilgili eserlere müracaat edebilirler. Hoşçakalın