Dün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı idi. Bugün öyle klasik bayram yazısı filan yazmayacağım. Niye yazmadığımızı da belki yazımızın sonunda yer kalırsa iki cümle ile ifade ederiz.
Neyse bugünkü yazımın konusu bizim temiz tertemiz insanlarımızın bile selam olayını unutması olacak. Onun için bugün bu paragraf ile yazımıza başlayacağız.
Üç yıldır Erenköy’de yaşıyorum. Çok şükür. Bir itirafta bulunayım mı? Üç yıldır burada çok farklı bir huzuru buldum.
Dün sabah da tatil gününe göre erken sayılabilecek bir saatte Sille otobüsüne bindim. Durakta beklerken ya benim yaşlarımda ya da benden biraz büyük bir abimiz daha geldi. Güneş doğmuş içimizi ısıtıyor. Hava ısınmıştı. Her yer cıvıl cıvıl kuş sesleri. Durakta önümüzden geçen tek tek arabanın dışında tek ses yok. Durağa girerken selam veren abimiz sonra arkasını döndü çevreye bakmaya başladı. Hatta üç dört defa da şaaaap diye de tükürdü. Abimizden ses seda çıkmadığı gibi arkasını da döndüğü için biz de tek kelam etmeden otobüsü bekledik.
Neyse otobüse biniyoruz. Şoför arkadaşa selamımızı verdik ön tarafta üçüncü koltuğa oturduk. Otobüs boş sayılır. Binerken şöyle bir göz atmıştım 10 kişi yokuz. Sonra her durakta bir iki binenler olmaya başladı. İşte tam da burada bendeki takıntı ortaya çıktı.
Otobüse binen koltuğa oturan bir tek Allah’ın kulu (Bir amca hariç) kimse kimseye selam vermiyordu. Hadi gençlerden geçtim. Siyah takkesi ile binen hoca amca da, yan yana oturan sakallı yaşlı amcalarımız de selamlaşmadıkları gibi küsmüş kavgalı kardeşler gibiydiler. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Uğurlu Villaların oraya geldiğimiz zaman otobüs doldu sayılırdı. Yolculara takmıştım yaaa. Kimse, kimse ile bakışmıyordu yaaa. Koltuğa otururken dikkatimi çekmişti. Sadece arkada down sendromlu olduğunu tahmin ettiğim bir genç sürekli annesi ile konuşuyordu. Bu yavrunun ne dediğini anlamıyordum ama annesi sık sık “ağlama artık” diyordu. O cümleyi duydukça yüreğimin ucu sızlıyordu.
Bir de benden sonra birlikte binip önümüze oturan iki genç kız sürekli konuşuyorlardı. Gençliğin verdiği enerji ile.
Numune Hastanesi’nin önünde inerken otobüsteki yolculara bir kez daha baktım. Vallahi otobüs cenaze otobüsü gibiydi.
……………
Yedi yaşında yani ilkokula başladığım yıl belediye otobüsü ve pırpırlarla tanışmıştım. Haftanın altı günü (O yıllarda cumartesi günleri de okulumuz açıktı) Öğretmenevleri’nden Kayalıpark’a son durağa kadar gelir oradan okulum olan 19 Mayıs İlkokuluna kadar da yürürdüm. Sonra yine Öğretmenevleri’nden Karma Ortaokulu’na, sonra yine Öğretmenevleri’nden Kayalıpark’ın oradaki Karatay Lisesi’ne.
Bizim belediye otobüsü, dolmuş çilemiz hiç bitmemişti.
Sonra çarşı merkezindeki Konya Postası ve yıkılan İş Bankası’nın arkasındaki Yeni Konya Gazetesi yıllarımız. Bu kez üçgen kurmuştuk. Önce Öğretmenevlerinden çarşıya gazeteye, gazeteden Meram Yeni Yol’daki Eğitim Fakültesi’ne. Sonra yine Kayalıpark, sonra gece yarısı Öğretmenevleri-Belediye Lojmanları durağı.
Yaş 57 hala otobüslerdeyiz. Belki de dün sabahki otobüs onun için garibime gitmişti.
İnsanlarımızda, gencinde, yaşlısında bırakın bayram heyecanını, enerji yoktu enerji. Ne diyeyim dün güne cenaze otobüsündeki o matem havası ile başladığım için adeta ruhum kararmıştı.
BAZEN KIZSAK DA ÇİLEKEŞ HASTANE
PERSONELİNİN, HAKKINI ÖDEYEMEYİZ
Dedik ya dün sabah güne biz de millet gibi negatif başlıyorduk. Vakit erken olduğu için yeni açılan Numune Hastanesi’nin etrafını adeta tavaf ettik. Hastaneye giren çıkanlara, hastası olanlara, hastane personelinin güneşe karşı ayaküstü sigara keyfini, taksicisinden simitçisine insanları izledik.
Allah düşürmesin yokluğunu da göstermesin. Doktoruna, hemşiresine, sağlık personeline, güvenlikçisine zaman zaman kızsak da hastaneler büyük nimet. Bir kere eğri oturalım doğru konuşalım. Millet olarak hastayız. Bu hastalığın gerekçeleri ve geldiğimiz nokta çok açık ortada ve net.
Vahşi kapitalizmin en açık oyunu ile milleti önce hasta ettiler. (Hala da tam gaz ediyorlar) Sonra da şimdi hastalarımızı iyi edeceğiz diye paramızla pulumuzla milli servetimizle sömürüyorlar. (Ben buralara giremem. Boyumu çok çok aşar. Anlayan bu kadarcığından anlasın ne olur.)
Biz tekrar hastane sistemimize dönelim. Arada tek tük görevini layığı ile yapmayanlar çıksa da empati ile olaya baktığımız zaman hastanelerimiz gerçekten en üst düzeyde hizmet vermeye çalışıyorlar. Dün sabah Numune’nin acilinden arka sokaklarına kadar şükredilecek görüntüde idi.
Hastaneler demişken.
Mesela Meram Tıp Fakültesi’nin yeni binası, her ne kadar yeni de olsa büyük nimet. Tamam hasta ya da hasta yakınlarımız park yerlerinden, cep telefonlarının çekmeyişine kadar zamanın bizi sürüklediği tavan yapan, şükrü unutturan, istek dünyamızda eksik hanesine yazdırsa da, bu kurum pazar günü bile 24 saat film MR çekimlerine kadar hasta olmuş insanımıza en iyi hizmeti veriyor. Burada tek maksat kuyruk oluşturmamak, oluştu ise bunu en aza indirebilmek hastaya en yakın tarihte testini yaptırabilmek. Pazar sabahı saat 07.30’da gördüğüm bu manzara için rektöründen hastane yönetimine kadar herkese “helal olsun” diyordum.
2018 TÜRKİYESİ BU İSE
BEN SUSUYORUM
Pazar günü pazartesi yazımı Yazı İşleri Müdürümüz Hüseyin Altay’a attıktan sonra Hüseyin her zamanki gibi yazımı edit etti ve küçük bir hatırlatma yaptı “Abi bayram için bir şey yazmayacak mısın?”
Öfke ile net bir şekilde “Hayır” dedim. Bizim Hüseyin’de her zamanki gibi “peki” dedi ve konuyu kapattı. Çünkü ikimiz artık tat kızın dilinden anası anlar misali birbirimizi bakışlarından anlarız.
Bakıyorum dün okurlarımız Bayram ile ilgili yazı yazmadığım için bizi küçük küçük taşlıyorlar.
Hadi Pazar günü 28 Ekim idi.
Dün 29 Ekim’di.
Yani nedenini hala anlayamadığım bayramı bir gün önceden kutlama işi değil dün de bayramın hası idi. Üstüne üstelik de dünyanın en büyük havaalanının bayram ile örtüştüğü gün idi.
Bana mal bulmuş gibi, hatamı bulmuş gibi gönderme yapanlara sadece şunu söylüyorum “Siz bayram olduğu için marşlar söyleyin. Diğer yandan törenler resepsiyonlar yapılsın. Ben ağlıyorum baylar bayanlar. Kendimi dağıtmak için, unutmak için ekranın karşısına geçip maç seyretmeye çalışıyorum. Olmuyor. Kendimi kandıramıyorum. Bizim ne bayram yapma, ne resepsiyona katılma ne de bilmem ne yapmaya hakkımız yok. Şu teknoloji çağında, dünyanın konuştuğu gıpta ile baktığı bu kahraman ordunun iki Mehmetçiğini dondurarak öldürelim, cenaze törenlerine katılıp poz verelim sonra da eğlenelim öyle mi?
Hiç kimse kusura bakmasın o Mehmetçik benim evladım olabilirdi. Sizin de olabilirdi. Hadi eğer ana baba iseniz ve Allah’tan korkuyorsunuz o anayı o babayı, o eşi o evladı düşünün ve eğlenin, yiyin için, gezin tozun, kükreyin...
Ben yapamıyorum. Allah beni affetsin ve cümlemizi de ıslah etsin inşallah.
GÜNÜN OKKALI SÖZÜ
İnsanoğlu önce sevdiği şeyleri yok etmeye daha sonra da yok ettiklerini yeniden sevmeye ve değer vermeye meraklıdır.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Nerede ve hangi yaşta olursak olalım gerekçesi de ne olursa olsun artık yere tükürmemeyi becerebildiğimiz zaman daha iyi ADAM oluruz.