Sosyal medyada bir yazı paylaştım, herkes bir yerlerden bir şeyler söylemeye başladı. Karşı olan da vardı, hak veren de çıktı. Karşı çıkanlara “haksız mıyım?” dedim. “Hayır, haklısın” dedi. “Peki, problem ne” diye sorunca, “dine, camiye ve imamlara zarar veriyorsun” dedi. Hâşâ dine zarar vermek gibi bir düşüncede olmam mümkün değil. Çünkü en az sizin kadar Müslüman’ım elhamdülillah, Allah’ın dinine muhalefet ne haddime?” Amacım, hiçbir kuruluş ve kişiye de hakaret etmek değildir. Sadece kendimce “emribil mağruf nehyi anil münker” yapmaya çalıştığımdır. İnsanların yaptıkları işlerini ve ibadetleri noktasında kendimce gördüğüm yanlışları orta koymak ve daha doğruyu bulmamız içindir. Belki biraz yaralayıcıdır, belki serttir ama yumuşak bir üslupla yazılan hiç bir şey bu ülkede kâle alınmıyor.
Sonra birileri de din ve devlet işlerine karışma diye tavsiyede bulundu. Niye karışmayacakmışım onu da arkasından söylüyorlardı. “Din ve devlet işleri derin işlermiş, boğulurmuşum.” Bugüne kadar karışmadığımız, tepkimizi koymadığımız, doğruya doğru, yanlışa yanlış demediğimiz için boğulmuşuz zaten, derin işler diye diye zarar vereceğiz korkusuyla biat kültürünü yaşamışız. Ne yapalım yani “padişahım çok yaşa” diyerek yanlışlara şakşakçılıkla mı yaşayalım?
Dindar gençlik yetiştireceğiz dedik, ahlakı, okumayı, bilgiyi, saygıyı kaybettik. Hutbe irşad yeri dedik, hutbenin adabını kaybettik. Peygamber efendimiz imamlara demiş ki, “hutbeyi kısa tutun, namazı uzatın” demiş, onlar da efendimize muhalefet edercesine hutbe uzun, namaz iki kısa ayetle bitiyor. Eee hoca efendi ne yapsın, o da bir devlet memuru. Eline tutuşturulan sözde “bin bir emekle” yazılmış ama dinleyenlerin ruhuna hitap etmeyen yazıyı bitirmek zorunda ama yazının ne gençliğe ne de ihtiyarlara etkisi var. Çünkü hocanın hitabeti de hutbenin metni de yoruyor cemaati. Hutbeyi yazanlar ve hoca, aramıza ve halkın seviyesine bir inseler, kendilerini, üslup ve hitabet konusunda bir geliştirseler, iş tamam olacak. Hoca aramızda değil, sanki hoca farklı âlemlerde. O kadar sıradan hutbe okuyor ki, halkın arasına, halkın seviyesine inemiyor. Hoca verilen yazıyı bitirmek zorunda. Eğer ayrıntıya dikkat eden veya hutbeye kulak veren biriyseniz, hutbenin sonlarına doğru anlıyorsunuz yardım talebinin geleceğini.
Herkesin kendine bir çeki düzeni verme zamanı geldi de geçiyor. Diyanet kendine, camide de imamlar kendilerine çeki düzen vermeli. Diyanet imamları halkın arasına, halkın seviyesine indirecek eğitimler, diksiyon dersleri vermeli. Daha düzgün ezan okumasını bilmeyen imamlar bile var. Ben ezanı okurken oturan, ezana saygısı olmayan imamlar gördüm. Yıllık iznine çıkınca sanki namazdan da izinliymiş gibi caminin yanındaki lojmanından çıkarken ezan okunduğunu gören cemaate “ben izinliyim, siz namazını kendiniz kılın” deyip oradan uzaklaşan ve cemaatiyle kavgalı olan imamlar gördüm. İşin en garibi de hutbelerde ve vaazlarda birlik beraberliği tavsiye eden, cemaat kültüründen bahseden imamların kendi içlerinde ayrışmaları. Ya iki ya da üçe bölünmüş, farklı sendika ve dernek üyelikleri var. Kendileri ayrışınca, cemaat nasıl cem olsun, cemaati nasıl birleştirip nasıl etkili olacaklar, onu da anlamış değilim.
Hatırlar mısınız bilmem? Bu bölünmüşlüğün içerisinde ki bir sendika başkanı bir dönem sabah ve yatsı namazları için devletten fazla mesai talebinde mi bulunmuştu, yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum? İslam tarihinde ve Siyeri Nebi’de, ben Rasulullah’ın ve Hulefai Raşidin’in böyle bir talebini görmedim, işitmedim. Gören varsa Allah rızası için beni aydınlatırsa sevinirim. Ama o fazla mesai isteyen hocalarımız, “ben peygamber vekili değilim, ben namaz memuruyum” diyorlarsa, diyecek sözüm yok. Haklarını sonuna kadar arasınlar. Hatta bize de söylesinler, bizde o haklarının savunucusu olalım.
Aslında yazılacak çok şey var ama maalesef bazı konular yanlış olsa da tabu haline gelmiş, dokunulmazlık kazanmış. Şimdilik bu kadar yeter, şimdi susmak ve söylenenleri duymak zamanı.