Bence 14 Şubat Sevgililer Günü

Ahmet Çapanoğlu

 

Yıl 2013, yani üç yıl önce dün.

Yer Mekke. 

Hennes Tour ile Şubat umresindeyiz.

Sabah namazı için servise binip Kabe'ye yola çıkan umreciler. Yüzlerinde gece tavafının yorgunluğu var ama bir o kadar da mutlu ve tebessümlüler. Gözlerinde sabahın mamurluğu ama umuda yolculuğun ışığı var. İçlerinde öyle biri vardı ki; tarifsiz düşüncelerle, Kabe'ye yol alan otobüsün içinde, eşine gece gördüğü rüyasını anlatıyordu. Yüzünde bugüne kadar oluşmamış tebessümle, yılların verdiği yorgunlukla yüzünde oluşan kırışıklıklar görünmezcesine oluşan bir şeffaflık, bir aydınlık, tarif edilemeyecek ışık huzmesi. Bugüne kadar yüzünde oluşan bu güzelliği hiç görmemişti eşi. Bir şeyler oluyordu veya olmaya yol alıyordu da, kimse farkında değildi.
“Hanım” dedi Memiş amca,
“Bu gece rüyamda ne gördüm biliyor musun? “
“Hayırlara gelsin herif, de anlat hele ne gördün?”
“Rüyamda, dört tane beyaz elbiseli, beni ellerinin üstüne almışlar, uçarcasına, koştura koştura götürüyorlardı.”
“Aman herif, sana bir şey olmaz, götürseler götürseler beni götürürler” diye gülümsedi hanımı. Sonra ellerinde tespih, dillerinde dualarla Haremi Şerife kadar tek kelam etmediler. Memiş amcanın yüzündeki tebessümü, bırakın diğer insanları, kırk yıllık eşi bile anlamamıştı. O tebessüm, fanilerin anlayacağı cinsten bir tebessüm değildi. Haremi Şerife varıldı, namazlar kılındı, tavaflar yapıldı ve umreciler hep birlikte Peygamber efendimizin doğduğu evin önünde toplanarak, her sabah mutat şekilde yapılan hatim için cüzler dağıtıldı. Ben deyim yarım saat, bilemedin kırkbeş dakika sonra hatim bitmiş, Abdullah Kodaman hocanın gür sesiyle “amiiin” dediği zaman, bütün eller semaya, kulaklar hocaya, gönüller Allah'a yönelmişti. Aminler aminlere karışıp, gönüllerden ötelere gidiyordu.
Hava serindi, ama sanki duanın sıcaklığıyla ısınıyorlardı, kimse şikâyetçi değildi. Kimsenin acelesi yoktu, Memiş amcanın haricinde. Kimse onun kadar heyecanlı değildi. Herkes bir seferdeydi bu alemde, ama onun otobüsü kalkacakmış gibi heyecanlıydı. Acelesi vardı. Dualar bitmiş, Abdullah Kodaman hoca her zaman ki sevecen ve nüktedan ses tonuyla 
“ Gönüller doymuştur inşallah, otele gidip kahvaltımızı yapalım, biraz istirahat edelim, öğle namazından önce hep beraber tekrar Kabe-i Muazzama’ya döneriz, Allah sizi cennetine hapsetsin” dedikten sonra, kafile, dualarla, tespihlerle servise doğru giderken, sadece Memiş amca kalmıştı Peygamber Efendimizin evinin önünde. Eşine 
“siz gidin, ben tekrar Haremi Şerife gireceğim, öğle namazında görüşürüz, ben Makam-ı İbrahim’de olurum diyerek Kabe-i Muazzama’nın yolunu tuttu. 
Vakit öğle olmuş, umreciler öğle namazında buluşmuş, Memiş amca ve diğerleri 1 numaralı kapıdan çıkıp servislere doğru giderken, Memiş amca geri dönmüş, 
“siz gidin, ben tekrar içeri gireceğim” deyince hanımı
“yoruldun herif, gidelim de istirahat et, ikindine geri gelirsin”  
“bırakmıyorlar hanım, bırakmıyorlar, girmem lazım” 
“kim bırakmıyor”
“bırakmıyorlar, bırakmıyorlar” diyerek tekrar Harem-i Şerife girdi. 
Kaptan bekliyordu. O ellerinde uçacağı beyaz elbiseliler bırakmıyordu galiba Memiş amcayı. Sanki yolculuğunu anlamıştı da, Rabbinin huzurundan, O’nun evinden ayrılmak istemiyordu. Hazırlık yapıyordu sanki o beyaz elbiselilerin ellerinin üzerinde yolculuğa. 
Umrecilerin, Memiş amcadan ayrılmasının ardından bir saat geçmişti. Otele gelen bir telefonla, görevliler koşuşturmaya başlamıştı. Bir telefon gelmişti, Kabe’nin revirinden. “Kabe’nin revirine gelin, bir umreciniz vefat etti” diye.
Abdullah Kodaman hocam, görevlilerden İsmail sivri kardeşim ve ben hemen revire intikal etmiştik. Bizi içeri aldılar ve görevliler elimize Memiş amcanın Diyanet kartını verdiler. Üzerine örttükleri kefenin yüz kısmını açtıkları zaman, çenesi bağlanmış, gözleri kapalı ama yüzünde bir ışık. Ötelerin ışığıyla sanki beyaz elbiselilerin ellerinde uçuyordu Memiş amca. Rüyası gerçekleşmiş, sabahki gülümsemesi doruklara ulaşmıştı. 
Bir gün sonra, sabah namazını takiben Kabe-i Muazzama’da, binlerce Müslüman’ın şahadet edip, namazına iştirak ettiği Memiş amca, defin için, görünürde dört cellabiyeli adam, ama zahirde meleklerin kanatları üstünde uçuyordu. 
Sevgililer günüydü değil mi 14 Şubat. İşte Memiş amcanın sevgililer günü. İşte sevgiliye vuslatın en yüce şekli. 

O günden sonra, benim için hatırlanacak ve duaya yönelinecek bir gün oldu 14 Şubat.
Her 14 Şubat’ta hatırlayıp rahmet okuduğum ve ölümüne imrendiğim, kıskandığım Memiş amcam.
Kabrin Cennet, makamın âli olsun.
Abdullah Kodaman hocamın dediği gibi “Allah seni cennetine hapsetsin” İnşallah.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.