MEVLANA: “Peygamber, korkulan, hayırlı ve iyi olan, faydalı bulunan her hangi bir iş, Allah adiyle başlanmazsa, o işe ne kadar çalışılırsa çalışılsın, sonu gelmez, tamamlanmaz; sonunda o iş, pişmanlıkla, ziyanla biter buyurur.”
Allah azze ve celle Yüce Kitabı Kur’ân-ı Kerim’deki sûrelerin hemen hemen hepsinde “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek söze başlıyor.
Hz. Mevlâna, Birinci Meclis’in sonunda “Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla” sözünün her kapıyı açan nasıl bir anahtar veya şifre olduğuna dair; “Allah ey kulum der; değil mi ki Şeytandan sığındın; öyleyse bu hayırlı işe, benim adımla başla da onun şerrinden kurtul.” uyarının yer aldığı belirtirken bâzı tefsircilerin, besmeledeki gizli emrin, ne olduğu hakkında ise; şu beyitlerle izah getiriyor:
“O gizli şey, kulun haber verişidir; yâni kul, ey Allah’ım! Şeytandan sana feryat ediyorum, sana sığınıyorum; sana sığınmam da, işime senin adınla başlamamdır, senin adına kaçmamdır, işime, sana, senin adını anarak sığınıp başlamamdır; çünkü senin kutlu adınla başlanmayan her iş, noksan kalır, sonu gelmez, verimsiz olur; bundan başka bir şey bilmiyorum ben. Esenlik ona; Peygamber demiştir ki: "Allah'ın adıyla başlanmayan her hayırlı işin sonu gelmez." Yâni Peygamber, korkulan, hayırlı ve iyi olan, faydalı bulunan her hangi bir iş, Allah adiyle başlanmazsa, o işe ne kadar çalışılırsa çalışılsın, sonu gelmez, tamamlanmaz; sonunda o iş, pişmanlıkla, ziyanla biter buyurur. İnanmıyorsan Firavun'a, Şedda'da, Nemrûd'a bak; Bu kadar bin araçla, adamla, orduyla, güçle kuvvetle çalıştılar, düşündüler, dünya hazinelerini harcadılar; o saltanattan faydalanmak istediler, kendilerinin iyi bir ada-sana sâhib olmalarını, uzun yıllar, iyilikle, ululukla anılmalarını dilediler; buna gönül verdiler; fakat işlerinde, Allah’ın adına sığınmadılar; bütün işleri tersine döndü; bütün umutları baş aşağı geldi. Dostluk istediler, âleme düşman tanındılar; iyi ad-san ıssı olmayı dilediler; âlemde adları kötüye çıktı; gönüllerde ulu olmayı, saygı kazanmayı dilediler; sinekten, sivrisinekten daha hor, daha rezil bir hale geldiler. Bu sözün daha da aydınlanmasını istiyorsan, Peygamberlerin hallerine bak. Onlar, ne işi başarmak isteseler, bu adla başlarlardı o işe ve bu ada sığınırlardı; bu ada tapı kılarlardı; bu ada, canlarının, gönüllerinin içinde yer vermişlerdi; mallarını-mülklerini bu ada feda etmişlerdi. Halk bizi beğensin kaydına düşmemişlerdi. Halk onlara iyi demiş, kötü demiş, umurlarında bile değildi. Onlar, halkı bu ada saygı göstermeye, bu ada sığınmaya çekmeğe uğraşıyorlardı. Halk içinde, halk arasında iyi bir ada-sana sâhib olalım, adımız-sanımız kalsın kaydına düşmüyorlar; bu Allah adının yüce ve ulu olmasına, bu adın ululanmasının kalmasına uğraşıyorlardı. Hattâ kendi adlarının kalmasını isteseler bile bu ad için istiyorlar; bu adın halk tarafından işitilmesini, bu büyük adın, kendi adlarını da nasıl büyülttüğünün, nasıl üstün ettiğinin bilinmesini diliyorlardı. İstiyorlardı ki halkın gözleri açılsın; yolunuzu sapıtmayın; adınızın kalmasını istiyorsanız, kendi adınızdan-sanınızdan geçin, kendi adınızı-sanınızı unutun; bu ada yapışın; saygı görmek istiyorsanız, bu adı koruyun; kendi adınızı unutun, bu adı anın; kim kendi adını-sanını arar, gözetirse kaybeder adını-sanı; amma kim, bu adda kendi adını-sanını yitirirse iyi bir ad-san elde eder, ebedî olarak unutulmaz diyorlardı. Allah rahmet etsin, esenlik versin, Mustafâ, peygamberler arasında, bu ada hizmet etmekte daha çevikti; başkalarından daha ileri gitmişti. Bu isme el vurdukları, bu isme sarıldıkları için de zayıf ebâbîl kuşları, esrik develerin akıllarını aldı; "Fil ashabına rabbin neler yaptı, neler etti görmedin mi" (Fil/1) âyetini oku; oku bu adı inkâr edenlerin inadına. Bu ada sığındı İbrahim de, bir sivrisinek padişahlar padişahı Nemrûd'un beynine girdi, tozunu havaya savurdu; kökünü kesti; bütün ordusunu kırdı geçirdi. Bu adın ululuğunu sınadılar, bu adın hürmetine on dört gecelik Ay ikiye bölündü. Nûh, bu adı sığınak edindi; doğudan batıya dek tufan dalgaları coştu-köpürdü; yüz binlerce orduyu, yüz binlerce soyu boyu birbirine vurdu. Derler ki dünya, Nûh'un zamanındaki kadar hiç mâmur olmamıştı; insanlar o devirde olduğu kadar hiç ün kazanmamıştı. Herkes kendi adına güvenir, adıyla-sanıyla ovunurdu, sarhoş olurdu. Nûh, bu adı onlara söyledikçe onlar kabul etmemişlerdi; bu adı hor görmüşlerdi; çünkü görünüşe tapıyorlardı. Bu adsa, mâna denizinden coşmuş bir dalgaydı. Görünüşe tapanların gözleri bu adı göremezdi, gözlerinde o güç yoktu; bu adı görebilmek için yetmiş kez yıkanmaları gerekti; "Ancak temiz olanlar dokunabilirler ona." (Vâkı’a/79)Nûh, onlara diyordu ki: Siz bu adın ne kadar ulu, ne kadar büyük olduğunu göremiyorsanız gözlerinizi gözyaşlarıyla yıkayın, zârı-zârı ağlayın da körlüğünüzü, görüşten mahrum olduğunuzu anlayın. Siz ağlayıp feryâd edemezseniz ben size ağlıyayım, ben feryâd edeyim; çünkü Allah, size ağladığım, feryâd ettiğim için benim adımı Nûh taktı. Şu anda, sizin hakikatleriniz, helak suyuna batmış, boğulmuş olduğundan, kurtulursunuz umuduyla size ağlayacağım, sizin için feryâd edeceğim. Hani hastaya ölüm yaklaştı mı feryâd eder ama yaşayacağından da umudunu kesmez; onun gibi işte. Bu, helak oluş, bu olup gidiş tufanıdır. Ben görüyorum, fakat siz görmüyorsunuz; gittikçe yaklaşıyor, yüzlerinize dokunuyor. Ben geminin içindeyim; ama gene de feryâd etmedeyim. Yalnız bu seferki feryadım umutsuz bir feryâd. "Sulara boğuldular da ateşe atıldılar; derken Allah'tan başka bir yardımcı da bulamadılar." (Nuh/25). Yâni bu adı hor tuttular, bu adı ululamadılar; bu adın devlet tellalı olan Nûha bakmadılar bile; sonunda bu adın üstünlüğü onları kahretti; adlarını-sanlarını batırdı-gitti. "Böylece de zulmeden kavmin kökü kesildi ve hamd âlemlerin Rabbı Allah'a.” (En’am/45).
YARIN: Ademoğlu ve Azim’in hikâyesi…