Uzun uzun zaman önce memleketin birinde kendince garip huyları olan insanların yaşadığı bir şehir varmış. Bu şehirde misafir sevmezlermiş, kimin kapısı çalınsa açan olmazmış. Düşeni kaldıran olmaz, kimse kimseye yardım etmezmiş. Ne komşu bilirlermiş, ne dost, ne de arkadaş. Hısım-akrabalık koptu-kopacak bağlarla bağlıymış.
İnsanlar kendilerinden başkasını düşünmez, her hane kendi yağı kendi tuzuyla kavrulurmuş. Bedesten esnafı burnundan kıl aldırmaz, hatta burnu yere düşse eğilip almazmış.
Ahali kibirli, mağrur, cimri, egoist, aşırı derecede kendini beğenmiş bir haldeymiş. Eleştiriye gelmezler, ikazlara tahammül etmezlermiş.
Ancak ortak menfaatleri ve çıkarları olduğunda bir araya gelirler, ondan gayrı neredeyse açık bir şekilde selamlaşmazlarmış.
Birbirlerine gülümsediklerini bile gören olmazmış diye anlatılırmış.
Neden böyleymiş, neden bu şehirde sevgisizlik hakimmiş, bilende yokmuş, anlatanda, açıklayanda…Bu şehre fazla gelen-gidende olmazmış, kalıp yerleşende. Kervanlar bir geceden fazla nadiren konaklar, işini bitiren kervan az biraz soluklanıp, bir daha bu şehre gelirsem diye söylenip, bir an önce şehirden ayrılmanın yollarına bakarmış.
Günün birinde, kervanla bir adam gelmiş şehre. Giyimi kuşamı hali ahvali yerindeymiş. Çok güzel, çok soylu, bir görenin gözlerini bir daha ondan alamadığı beyaz bir atı varmış.
Beyaz atıyla şehrin en işlek hanına geldiğinde, Han ayağa kalkmış. Handakiler, atın güzelliğine, gösterişine, yürüyüşüne, sahibine olan bağlılığına hayran kalmışlar.
Han sahibi, adamı kapılarda karşılaşmış, adamları ata ahırda özel bir yer vermişler. Adama güzel ve mükellef bir sofra kurulmuş. Adam hoş sohbet, güler yüzlü ve hoşgörü sahibiymiş.
Handakiler şaşkın bir şekilde bir handa ilk defa herkesin koştuğu bir yolcunun, misafirin olduğunu görüyorlarmış. İçlerinden biri dayanamayıp sormuş, hancı demiş kim bu adam? Hancı o adam demiş bu şehrin talihini değiştirecek adam. Beklediğimiz kurtarıcı. Üzerimize düşen kasveti dağıtacak adam.
Abartıyorsun demişler, sizin şehir, bugüne kadar kimseye Allah’ın selamını vermez. Verilen selamı almaz
Hancı o zaman durunda anlatayım demiş. Bundan çok uzun seneler önce, bu şehrin çok sevilen, yardımsever, herkesin derdini kendine dert edinen beyini şehir küstürmüş, kalbini kırmış, onunda böyle çok güzel beyaz bir atı varmış. Ahaliyi şehrin meydanına toplayıp, herkese oldukça ağır beddualarda bulunmuş. Ve demiş ki, yeniden bu şehre beyaz atlı bir adam, bir bey gelinceye kadar, yüzünüz gülmesin, işiniz rast gitmesin, birbirinizle muhabbetiniz olmasın, kimseler kapınızı çalmasın, size misafir dahi olmak istemesin, adınız, nankör diye, cimri diye, insaniyetsiz diye anılsın! Sonra binmiş beyaz atına, çıkmış gitmiş şehirden, bu hikayeyi bu şehirde yaşayan herkes ezbere bilir. Biz beddualı, ah almış bir şehiriz. Cezamız büyük bizim. Ancak bu ceza galiba bitti.
Handaki hava anında şehirde duyulmuş.
Bu arada beyaz atlı adam, atına binmiş şehirde dolaşmaya başlamış. Şehir bir anda hareketlenmiş, dalgalanmış, beyaz atlı adamın geçtiği her yerde insanlar sokaklara dökülmüşler.
Şehir adeta bir bayram günü yaşar gibiymiş. Herkes beyimiz geldi, diye atmış kendini dışarıya…
Efsane gerçek oldu diyorlarmış, o geldi. Geri döndü. Üzerimize serpilen ölü toprağı kalktı. Beyimiz geldi beyimiz. Beyaz atıyla gerisin geriye geldi. Şükürler olsun.
Şehrin eşrafı bir heyet olmuşlar, Hana varmışlar. Hancı demişler. Beyimizle görüşmek dileriz, kendine bir haber sal. Adam buyursunlar demiş. Buyursunlar amma, beni kime benzettiler ki…
Beyaz atlı adam, bu ilgiden, oldukça şaşkınmış.
Heyetin sözcüsü, beyim demiş, hoş gelmişsin şehrimize, biz birkaç asırdır senin yollarını gözler idik.
Nasıl oldu bu iş, nerden geldin, nasıl buldun bu şehrin yolunu? Geldiğin günden beri, şehirdeki büyü bozuldu, efkârımız dağıldı, karamsarlığımız bitti. Vesveseler sona erdi. Yüzümüz ilk defa gülmeye başladı. Bizi bırakmazsın değil mi, yine gitmezsin inşallah.
Beyaz atlı adam, ben demiş ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırdım. Bu şehri çok anlatmışlardı. Bu at babamdan kaldı. Ben memleketin bir diğer ucundan gelirim. Beni bir gezgin kabul edin. Memleketin merak ettiğim şehirlerini dolaşır dururum. Kendi halinde bir yolcuyum nihayetinde…
Heyet sözcüsü, beyim demiş, sen bu saatten sonra bir başka yere gidemezsin. Senden bir dileğimiz var. Bin atına, bu şehirde dolaşmadık sokak, dolaşmadık mahalle bırakma. Bu şehir beyaz atlı adamın geldiğini gözleriyle görsün. Seninle konuşsun. Çocuklar atını sevsin.
Adam neden olmasın demiş. Binmiş atına dolaşmaya başlamış şehrin her köşesini bucağını. Çocuklar sokaklara dökülmüşler. Ata sarılanlar, adamın eline yapışanlar, hoş geldin beyim diyorlarmış, nicedir yolları gözlerdik senin.
Şehrin ileri gelenleri, şehirde bir konak tahsis etmişler adama. İçine görevliler yerleştirmişler. Demişler ki, bu bey belli olmaz ansızın çekip gidebilir. Biz şunun başını bağlayalım. Evlendirelim. Bir yere gitmesin. Bu şehirde kalsın. Bu niyetlerini açmışlar adama. Beyaz atlı adam. Siz demiş beni bir efsane kahramanıyla karıştırıyorsunuz. Neredeyse o olduğuma ben bile inanacağım. İnan beyim demişler, yeminle sen o adamsın. Beklediğimiz beyaz atlı adamsın. Ölürüz de göndermeyiz seni bu şehirden.
Şehrin havasının değiştiği Sultana kadar ulaşmış. Sultan, tez çağırın huzuruma şu beyaz atlıyı demiş.
Beyaz atlı adam, Payitahta gelmiş. Payitaht ahalisi efsanelerde anlatılan adamı ve atını görmek için adamın geçmiş olduğu güzergahı doldurmuş.
Sultanın Veziri, sultanım demiş, kimdir bu densiz, kimdir bu kendini bilmez. Halk bu adamı sizden daha fazla sever oldu. Geçtiği şehirler ayağa kalktı, Payitaht günlerdir onun gelişine hazırlanır. Kimse bu memlekette sizden daha fazla anılmamalı, sevilmemeli.
Sultan, sen o şehri bilmez misin Vezir demiş. O şehirde Vali Paşalık yaptın. Ne haldeydi o şehir. Adamın geçtiği şehirler dahi hareketlendi. Memlekette eksik olan bir şey vardı. Neydi o bilir misin Vezir? Biz sevgiyi kaybetmiştik. Biz sevmeyi, birbirimizi anlamayı, hoş görmeyi kaybetmiştik. Beyaz atlı adam, şehre dokundu, bir şehri ayağa kaldırdı. Şimdi de memleketi ayağa kaldırıyor. Senin-benim yıllar önce yapmamız gerekeni, yapmış olmamız gerekeni yapıyor. Bizim böyle insanlara ihtiyacımız var. Vezir ama Sultanım demiş, böyle adamları halk bu denli sevmemeli!
Onlar böyle konuşurlarken beyaz atlı adam, saraya gelmiş, Muhafız Başı Sultanım demiş beyaz atlı adam huzurunuza kabul edilmeyi diler. Sultan, o güne kadar hiç yapmadığı bir şey yapmış, yerinden kalkmış, kendisine doğru gelmekte olan beyaz atlı adama doğru yürüyerek ona sarılmış.
Başta Vezir olmak üzere herkes şaşkınlıklar içindeymiş.
Vezir, içinden, bu demiş hayra alamet değil, Sultanın bir adama sarıldığını ilk kez görüyorum. Beyaz atlı adam, Sultanım demiş, bendeniz bu iltifata nail olabilecek ne yaptım ki. Halkın bana olan teveccühünü de, anlayabilmiş değilim. Ben küçük bir Kasaba Beyinin oğluyum. Sultan sen demiş, öyle hayırlı bir işe vesile oldun ki, benim ve ülkemin senin gibi insanlara ihtiyacı var. Birincisi o tekrar hayata döndürdüğün şehirde ikamet edeceksin. İkincisi sana haber gönderdiğim zamanlarda memleketin her bir tarafını dolaşacaksın. Yüce Mevla sana öyle bir özellik vermiş ki, beyaz atınla birlikte ulaştığın her yer, ayağa kalkıyor, kendine geliyor, toparlanıyor, bundan böyle benim elçim olacaksın. Hem kendi memleketimizi, hem de yabancı diyarları benim adıma ziyaret edeceksin.
Beyaz atlı adam, Sultanın elini öpmüş, hayır duasını almış, beyaz atlı adam efsanesinin doğduğu şehre gelmiş ilk önce.
Şehirdekiler, beyaz atlı adamı o şehirden, beyaz atlı beylerinin soyundan geldiği bilinen bir kızla evlendirmişler.
Anlatılır ki, o şehir o tarihten sonra hoşgörüsüyle, misafirperverliğiyle anılır olmuş, şehirlerine beyaz atlı bir adamın gelmesini bekleyen şehirlere, beyaz atlı adam ve oğulları uğramış durmuşlar. Memleket güllük gülistanlık olmuş. Barış gelmiş, huzur gelmiş memlekete…
Şehir şehire, beyaz at beyaz ata, adam adama, Sultan Sultana, heyet heyete, han hana, hancı hancıya, Vezir Vezire, ahali ahaliye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…