Gençlik yıllarımızda Beyrut bizim için “rüya şehir”lerden biri idi. Üzerine çokça sinema filmleri yapılmış, ya da casus filmleri gerçekleştirilmiş, gazete manşetlerinde modern ve klasik mimarinin birleştiği, insanının modern, Ortadoğu’nun ekonomi merkezi gibi nitelemelere muhatap olmuş bir şehirdi Beyrut. Herkes oraya gitmek en azından görmek isterdi.
Aradan yıllar geçti. Beyrut savaşlar gördü, parçalandı, insanlar öldü, dini ve mezhepsel ayrımcılıklar yaşadı; buna rağmen ayakta kalabildi. Eski halini bilmiyorum ancak 1991’e kadar süren savaşın izleri ve korkunç yüzü hissediliyor. En önemlisi de EMPERYALİZM ve KAPİTALİZMİN yamyamlığı açıkça görülüyor. Savaş artığı yüzlerce tahrip edilmiş bina, yıkıntı ve kurşun izleri halen ortada.
Lübnan aslında Beyrut merkezli bir şehir devleti. Bu haliyle de Dubai’ye benziyor diyebilirim. 4.5 milyon nüfuslu ülkenin 4 milyonu Beyrut ve çevresinde, 20 milyonu da dışarıda yaşıyor. Kıyıya olan yerleri hariç neredeyse tüm ülke dağlık biçimde.
Ülkenin güneyinde yer alan Sayda ve Sur şehirlerini de ziyaret ettik. Sur, Finikelilerin merkezi imiş. Bu iki şehrin etrafındaki dar kıyı şeridinde tarım yapılabiliyor ve daha çok narenciye ve muz yetiştiriliyor. Sur tenekeden evlerde yaşayan oldukça yoksul insanların ancak Şiilerin de hâkimiyetinde olan bir yer.
Beyrut yolculuğumuza üç arkadaş olarak başladık. Hani “arkadaşlık yolculukta belli olur” derler ya, üç uyumlu insan kardeş gibi idi. THY’nin mükemmel sunumları ile Beyrut’a indik. Havaalanı şehrin içinde olmasına rağmen ulaşım sadece taksilerle yapılıyor. Merkeze 10 km’lik yola 20-30 dolar istiyorlar. Trafik oldukça yoğun ve düzensiz. Korna seslerinden hiç bu kadar bıktığımı hatırlamıyorum. Oldukça büyük ve lüks araba merakı Beyrutlunun hayatının bir parçası gibi imiş. Hava atmayı çok seviyorlar.
Kozmopolit bir yapısı ve halkının neredeyse tamamı Arap olan şehirde kimin hangi dinden olduğu belli olmuyor. Küçük işletmelerin ve lokantaların çoğu dışarıdan gelenlere ait. Çalışanların çoğu da her yerde olduğu gibi yabancılar yani mülteciler (Suriye, Irak, Uzakdoğu). Türklere karşı bir sempati var. Türküm dendiğinde genelde başparmaklarını yukarı kaldırıp, “Erdoğan” diyorlar. Beyrut, şu haliyle öyle “rüya şehir” falan değil. Yıkık ve eski binalar arasında yeniden ayağa kalkmaya çalışan ancak savaşı izlerini silemeyen bir şehir. Dar sokaklar, sıkışık evler, eski oteller, oldukça pahalı yemekleri ile bu haliyle turizm çekecek gibi görülmemektedir.
Öte yandan emperyalistlerin hâlâ aç kurtlar gibi saldırmaya çalıştığı bir yer konumunda. Her an bir savaş patlayacakmış veya batılı yamyamlara yem olacakmış gibi görülmekte. Lüks mağazalar ve markalar şimdiden yer almaya başlamış. En kötüsü de mezhep ve din ayrımcılığının nasıl bir oyunla Beyrut’u ve Ortadoğu halkının üzerine çullandığı kendini açıkça ve alçakça gösteriyor. Şunu açık söyleme gerekir ki ülkem üzerinde oynanan oyunları iyi müşahede etmek için bir kere de olsa şehri görmesinde fayda var. Öte yandan görmeye değer bir şehir olarak görülmemektedir.
Elbette şehirde güzel yerler de yok değil. Şehir ikiye bölünmüş durumda. Zengin yerler Hristiyanlara, fakir yerler ise Müslümanlara düşmüş durumda. Savaş zamanında bombalardan uzak tutulan zengin yeri Downtown tüm cazibesiyle korunmuş durumda. Parlamentonun da olduğu eski şehrin etrafı yeni gökdelenlerle kuşatılmış durumda. Bu haliyle şehirciliğin çok iyi olduğunu söyleyemem.
Yemekleri ve diğer tüketim maddeleri oldukça pahalı. 300 cc’lik suyun en düşük 2 TL olduğu, doymak bir yana en az gıdanın dahi 50-60 TL, bir bardak orta boy taze meyve suyunun 20 TL, bir porsiyon etli pilavın 120 TL olduğu yerde ucuzluktan bahsedilemez. Oteller de orta fiyatta ancak eski ve bakımsız. Çarşılarında gece gündüz hareket var. Yabancı turistlerin de çok olduğunu söylemek zor. En büyük uçağımızla uçtuğumuz uçakta yolcuların % 80’i Lübnanlı ve tek çıkış kapısı Beyrut olan Suriyeli idi. Hemen yanımda oturan 30 yaşlarında bayanın BM yardım görevlisi olması dikkat çekici idi. Bir ülkeyi hem tahrip et, hem de içlerinden birilerini aynı ülkeye yardım görevlisi olarak kullan.
Kısaca Beyrut bir kere de olsa görmeye değer bir yer gibi görülüyor. Ancak görülmesi için çok ısrarcı da olmamak gerekir. Yamyamların gerçek yüzünü görmek isteyenlere tavsiye edebilirim.