Beyşehir merkezinde yer alan parklarda-bahçelerde ve Eşrefoğlu Külliyesi içinde çeşitli alanlarda Roma-Bizans Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait çok sayıda taş eser bulunmaktadır. Bu taş eserlerin önemli bir kısmı açık alanlarda, parklarda ya da bahçelerde korumadan uzak sağa sola serpiştirilmiş şekilde, hava koşulları, hayvan ve insanların tahribi gibi dış etkilere açık durumdadır. Eserlerin önemli bir kısmı Türkçe kitabelere sahip olmasına rağmen, içlerindeki bazı sanduka ve mezar taşlarında Arapça-Farsça şiirler, Kuran-ı Kerim’den ayet ve sureler bulunmaktadır. Bu eserler sadece üzerindeki yazıların mukaddesatı nedeniyle değil, aynı zamanda süsleme ve biçim özellikleri, ait oldukları döneme dair tarihsel şahitlikleri ve değerleri ile bugün ki vaziyetlerinde gelişigüzel bir şekilde korunmasız ve güvenliksiz bırakılmayacak kadar önemlidir.
Beyşehir İlçesi dâhilinde Roma-Bizans, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemine ait Kültür Varlıklarının korunması ve Beyşehir’e özgün kentsel ve kırsal kültürün muhafaza edilmesi için Beyşehir’de en kısa zamanda bir müzenin kurulması veya uygun koruma şartlarının oluşturulması gerekmektedir. Yaklaşık 7 yıldır, gerek basın yoluyla ve gerekse çeşitli konferans, söyleşi ve imza günlerimde Beyşehir’de bir müze kurulmasının gereğini ısrarla dile getirmekteyim. Ancak biliyorum ki Beyşehir'deki müze açılması konusundaki mücadele hiç de yeni değil, bu 1980'li yıllardan itibaren süregelen bir mücadeledir. Dönemin Beyşehir gazetelerinde ta o zamanlarda Beyşehir’de bir müze açılması yönündeki talepleri içeren pek çok kayda rastlamıştım. Aslında Beyşehir’le ilgili yıllar önce yazılmış bazı eserlerde, 1934 yılında M. Memduh Yavuz, 1960'lı yıllarda İ. H. Konyalı gibi araştırmacılar da eserlerinde Beyşehir'e bir müze açılması yolunda temennilerini ifade etmişlerdir. Bizler de akademik çalışmalarımızda bu hususlara yıllardır dikkat çekiyoruz. Bu çerçevede Beyşehir’le ilgili çok sayıda yayın üretmiş ve tespit ettiğimiz sanduka ve mezar taşlarını bir dilbilimci ve bir sanat tarihçi arkadaşımızla 6-7 yayın yapmak suretiyle, bir bakıma bu eserlerin envanterini çıkarmış ve literatüre de kazandırmış olduk.
Tarihî süreçten günümüze kadar ulaşmış olan Beyşehir’deki eserlerin korunması, bizim en başta gelen görevimizdir. Zira bu, ülkemizi Türk-İslam yurdu yapan, şehrimizi inşa ve imar eden ecdadımıza olduğu gibi, aynı oranda gelecek nesillere bırakmak adına ödemek zorunda olduğumuz borcumuzdur. Beyşehir’de kurulacak bir müze, başta sağda solda kaderine terk edilmiş çok sayıda eserin kurtulmasına ve gelecek nesillere aktarılmasına imkân tanıyacaktır. Sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda çok sayıda etki uyandıracak olan bu girişim, ayrıca Beyşehir Kültür ve Turizmine de hizmet edecektir. Beyşehir’e gelen yerli ve yabancı turistler müzeyi gezerek, bölgede daha fazla vakit geçirecek, bu durum Beyşehir hakkında ilgiyi artıracak, belki de insanların konaklama ihtiyacını da doğuracaktır. Müzenin kurulmasına kadar geçecek olan sürede Beyşehir’in tarihsel ve kültürel yapısına uygun nitelikte olmak üzere, mevcut eserlerin sergi ve teşhir şartlarına uygun, yani müze olmaya elverişli, daha korunaklı üstü kapalı, emniyeti alınmış tarihî yapılara taşınması da mümkündür. İçerişehir Mahallesi içinde bulunan İsmail Ağa Medresesi veya Eşrefoğlu Bedesteni düzenlenerek Taş Eserleri Müzesi’ne dönüştürülebilir. Bunların gerçekleşmesi de bürokratik açıdan sıkıntılı oluyorsa, Hamidiye Mahallesi’nde yer alan Süleyman Efendi Konağı restore edilerek Beyşehir’e en azından bir “Kent Müzesi” veya “Bey Konağı” kazandırılabilir. Bu girişimler tek başına yeterli değilse de ecdadımızın emaneti olan eserlerin yok olmaktan kurtarılmasına hizmet edecektir.